İncir...

Allah’ın lütfudur.

Kuran’da adı geçer.

Biz yokken, o vardı.

İnsanlık tarihinden eskidir.

Kolay yetişir.

Sal, budama, 30 metre gider.

Türlü derde devadır.

Sapından süt süzülür.

Mitolojide "ana"dır.

Halbuki erkeği de vardır.

İyi de nasıl döllenir?

Doğa, aracı gönderir...

İncir arısı, ki aslında incir sineğidir, hem kendi neslini devam ettirir, hem incir neslini... Erkek incir arısıyla dişi incir arısı yatak odası olarak kullandıkları incirden incire giderken, incirin de döllenmesini sağlar. Niye inciri yatak odası olarak kullanır? Kuytu yerleri sever çünkü incir arısı... Kuytudan kuytuya giderken, bazen evlerin bacalarından içeri girer. Boşsa, o evde hayat devam etmiyorsa, metruksa, en kuytu yeridir bacanın dibindeki ocak... Ve rüzgár, toprağı bacadan savurup biriktirmiştir o ocağın dibinde... Arının tesadüfen getirdiği incir poleni, buluşur o toprakla... Boy verir.

*

Hani derler ya...

"Ocağına incir ağacı dikildi!"

Budur.

*

Ocağına incir ağacı dikilmiş

bir kadının torunuyum ben...

*

Yurdunu, köyünü, dünyaya geldiği evini ebediyen terk etmek zorunda kalan... "Defolup gideceksin" dedikleri Girit’ten pılısını pırtısını toplayıp, "Aha buraya yerleşeceksin" dedikleri Gaziantep’e göç etmek zorunda kalan Nazlı’nın torunu.

*

Yiğit adamdı dayısı, "Burda doğdum, burda öleceğim" dedi, Rum çeteciler vurdu. Narindi kız kardeşi, yolda koleradan öldü... Katır sırtındaydılar. Güya öz vatanlarında ama, bilmedikleri adreslerde, hangi meçhul toprağa verdiler o kızıl saçlı minik kızı, hatırlamıyordu... Babasının ağaçlara vura vura ağladığını hatırlıyordu... Annesinin bir daha gülmediğini.

*

Ben ise, yaşlılığını hatırlıyorum Nazlı’nın... Kendi Hanyalı, gönül verdiği Süleyman, Aksaraylı... "Götür beni Mevláná’ya" dedi, götürdü Süleyman... Mecaz değil, Hanya’yı da gördü, Konya’yı da yani Nazlı!

*

Hanya, Antep, Diyarbakır, Urfa, Mardin üzerinden incir poleni gibi savrulduğu İzmir’de, Kordon’da, salep içerken dalgın dalgın denize bakarken yakalardım onu, gözü ufukta, sanki Girit’in ışıklarını görecekmiş gibi... Biz de garibanız o zamanlar, içimizde ukdedir, götüremedik, 80’ini gördü, bi daha Girit’ini göremedi... Bi gün olsun, gün yüzü göremediği gibi... "Ah Hanya, ah Kandiye" diye mırıldana mırıldana, son kez göçtü, gitti.

*

"İki kere yabancı"
derler ya...

İki kere yabancıydı Nazlı.

*

Orada oldurmadılar.

Burada da tam olamadı.

*

Yunanlılar kitap yapar bu tür öyküleri... Film yapar, dizi yapar. Eleni anlatır, Eftemiya anlatır.

Okumuşsunuzdur belki...

Hüzünlenmişsinizdir.

*

Biz yapmayız.

Hem geleneksel tembelliğimizden, hem de alt tarafı, alın yazısı olarak kabulleniriz olan biteni... Kan davasına dönüştürmeyiz. Onların bize dediği gibi, "Senin yüzünden oldu" demeyiz... Neticede, bizimle aynı kaderi paylaşan, hayat otobanının farklı istikametlerinde yol alan insan evlatlarıdır... Düşman gözüyle bakmayız.

*

Uzatmayayım... Dünyanın en çok sırtından hançerlenen, çocuklarını büyüttüğü komşuları tarafından en çok ihanete uğrayan milletin, sessiz sedasız bir ferdiydi Nazlı.

*

Ertuğrul Özkök’ün babaannesi çarşaflı, Bekir Coşkun’un anneannesi Ermeni’ymiş...

Onlar yırttı.

*

Benimki kusurlu...

Hem Türk, hem başı açıktı.

*

Ve, tarih otoritesi başbakanımızdan öğreniyoruz ki, meğer "faşist"miş bizim Nazlı...

Kovmuş elálemi.

*

Çileli hayatı boyunca "onun da sürüldüğünü" söyleyen bir başbakan görmemişti Nazlı... Allah’tan ömrü vefa etmedi de, aslında onun da sürüldüğünü söylemediği gibi, üstüne faşist ilan eden başbakanı da görmedi bizim Nazlı.
Yazarın Tüm Yazıları