Kafaya bak

BİZ burada "Tayyip Erdoğan padişahlığa öykünüyor... Kendisini padişah gibi hissediyor" diye yazdıkça...

Zannediyoruz ki...

Herkes "Aman Tanrım! Demek padişahlığa öykünüyor... Olamaz... Başımıza bu da mı gelecekti?" falan diye dövünür...

Hayır, hayır...

Yok böyle bir şey...

İşte gördünüz:

İstanbul’da bir açılışta Tayyip Erdoğan taraftarları, "Son Osmanlı Padişahı Birinci Recep Tayyip Erdoğan" pankartını açmışlar...

Yani adamlar, resmen Erdoğan’a "padişahlık" payesi veriyorlar...

Kafaları buna yatabiliyor...

Eşitlik fikrine yabancılar... Saltanata gönül indirebiliyorlar... Demokrasiyi içselleştirmemişler... Özgürlüğün tadını alamamışlar...

"Padişah" istiyorlar başlarına...

Hüküm şudur:

Taraftarlarının Erdoğan’ı "padişah" olarak görmek istediklerini alenen ilan etmeleri, Tayyip Erdoğan’ın "padişahlığa öykünmesi"nden çok daha büyük bir tehlikedir...

Hadi hep birlikte karamsarlığımızı arttıralım...

Yusuf ölmüş

DELİKANLILIĞINI hiç yitirmemiş, çok "kıyak" bir adamdı Yusuf Hayaloğlu...

Kısa ömrünün sonuna kadar "devrimci", kısa ömrünün sonuna kadar "bohem" ve kısa ömrünün sonuna kadar "arabesk" kalmayı başardı...

Ancak Ahmet Kaya’nın bestelemesiyle eksikliğini tamamlayan şiirler yazdı...

Dilimize pelesenk olan güzel, şaşırtıcı ve tuhaf sözler bıraktı:

"Mavi gökyüzünü ona dar etmişler" gibi...

"Başım belada" gibi...

"Hani benim gençliğim" gibi...

"Olmasaydı sonumuz böyle"
gibi...

"Mülteci istekler"
gibi...

"Vakit tamam seni terk ediyorum / Bu incecik bir veda havasıdır" gibi...

"Bir cebinde Das Kapital / Bir cebinde kenevir tohumu"
gibi...

"Katran gecelerin heyülası"
gibi...

Ama onun bizlere en büyük armağanı, çok eski duyarlılıkları anlatır gibi yalın ve içe işleyen, Müslüm Baba’nın korkunç güzel söylediği "Şu dağlarda kar olsaydım" türküsüdür...

Son dizeleri şöyledir:

"Şu yarada kan olsaydım / Dökülüp ziyan olsaydım / Bu dünyada yerim yokmuş / Keşke bir yalan olsaydım"...

İşte sonunda oldu...

Yusuf da bir yalan oldu...

"Kafasına sıkıp gitmedi" ama "yüzünü döküp gitti"...

Ne diyelim?

Allah rahmet etsin...

Erdoğan’a ilk kim ’maganda’ dedi

BUNDAN üç yıl önceydi...

Başbakan Erdoğan, henüz bu kadar açılıp saçılmamıştı...

Henüz "ananı da al git" dememişti...

Kızdıklarına "sevsinler seni" diye hitap etmeye başlamamıştı...

"Şimdi bana küfür ettireceksiniz" diye fısıldamamıştı...

Meydanlardan köşe yazarı azarlamayı gelenek yapmamıştı...

Posta koymayı itiyat, rest çekmeyi sabah jimnastiği haline getirmemişti...

Yani henüz hiç kimse, "maganda" sözcüğü ile "Başbakan Erdoğan" arasında bir rabıta kuracak noktaya gelmemişti...

İşte böyle bir dönemde...

Yıllardır Türkiye’de yaşayan Andrew Finkel adlı Amerikalı bir gazeteci, katıldığı bir televizyon programında Başbakan Erdoğan’a "maganda" demişti...

Üstelik bu sözü, Erdoğan’ın siyasi hayatının belki de en kibar beyanatı üzerine söylemişti...

Erdoğan, PKK’ya karşı sınır operasyonuna karşı çıkan ABD için, "Amerika on binlerce kilometre öteden Irak’a niye geldi? Bir rahatsızlığımı var?" diye sormuştu...

Amerikalı gazeteci Andrew Finkel da katıldığı televizyon programında Erdoğan’ın işte bu açıklamasına karşı "magandalık" demeyi uygun bulmuştu...

Bu olayın iki ilginç yönü var:

BİR: Başbakan’a "maganda" dediği zaman Andrew Finkel, Today’s Zaman gazetesinin yazarıydı...

İKİ: Andrew Finkel’in bu sözü, AKP çevrelerinde hiçbir tepkiye yol açmamıştı...

* * *

O zaman soralım:

Deniz Baykal "maganda" deyince mahkemeye koşan Tayyip Erdoğan, Today’s Zaman gazetesinin Amerikalı yazarı "maganda" deyince neden kılını bile kıpırdatmadı?

Üstelik...

Andrew Finkel "maganda" diyerek büyük haksızlık yapmışken...

Ayrıca "yandaş basın" da Finkel’e anlayışla yaklaşmıştı...

Yoksa...

Andrew için "mubah" olan, Deniz için "mubah" değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları