Pembe incili kaftan filan...

Yedi bela bi şah varmış.

Azıcık öfkelensin...

Kelle alırmış.

Sultan, bu şaha elçi göndermek istemiş... İstemiş de, kimi gönderecekler? Maça ister... Aranmış, taranmış, şöyle gözünü budaktan sakınmayan, kodu mu oturtan, delikanlının hasosunu bulmuşlar... "Gider misin?" demişler. "Giderim" demiş. "Hadi uğurlar ola" demişler... Yola çıkmış... Ama, yola çıkmadan önce gitmiş, "pembe incili kaftan" almış... Dere tepe, varmış şahın sarayına, çıkmış huzura... Bi de bakmış ki, oturacak ne divan var, ne koltuk... Tabure bile yok... "Vay bre densizler, belli ki, beni ayakta durmaya mecbur etmek istemişler" diye geçirmiş içinden... Şak diye çıkarmış sırtından pembe incili kaftanı, yere sermiş, üstüne oturmuş... Şah morarmış tabii... Babayiğit delikanlı vermiş sultanının mektubunu, sonra da kalkmış, müsaade bile istemeden, kapıya yürümüş... Salon buz kesmiş... Şahın vezirleri yerden almışlar pembe incili kaftanı ve "Bunu unuttun" diye arkasından yetiştirmişler... Bizim aslan yürekli, şöyle bir gülmüş yandan yandan, başı dik, "Biz yere serdiğimizi bi daha sırtımıza komayız" demiş, çıkmış gitmiş... Şah gene morarmış.

*

Bu tür osuruktan kahramanlık hikáyelerini "diplomasi" zannederek büyüyen toplumlarda, olur böyle vakalar...

*

Peki sonra ne olur?

*

Şövalye, kan revan içinde ama, atının üstünde, dimdik, datttara daaa diye bağıran borazanların eşliğinde, bi alkış bi kıyamet, girmiş saraya, çıkmış huzura...

Kral "Hayırdır?" demiş:

"Nerden böyle?"

Şövalye, kasım kasım kasılarak, "Batı’daki bütün düşmanlarınızı tarumar ettim, yaktım, yıktım, geldim" demiş.

Kral şaşırmış.

"İyi de" demiş...

"Benim Batı’da düşmanım yok ki!"

Salon buz kesmiş...

Kaş yapayım derken göz çıkardığını fark eden şövalye, dank eden kafasını şöyle bir bükmüş...

"Artık var" demiş.
Yazarın Tüm Yazıları