Haberdeki iki eksik unsur

Bugün Hürriyet’in sürmanşetinde gördüğünüz emekli albayla ilgili haberde çok önemli bir unsur vardı.

Kısa bir tartışmadan sonra, o bilgiyi haberden çıkarmaya karar verdik.

Oysa o unsur, "Ergenekon" denilen bu sürecin ne kadar karmaşık olduğunu, birbirine geçen halkaların, ilmeklerin ayıklanmasının ne kadar zor olduğunu çok güzel anlatıyordu.

Bir de bazı kişilerin "kahramanlık" noktasından, "karanlık ilişkilere" nasıl geçtiğini gösteriyordu.

Haberi çok daha ilginç hale getiren bu unsuru ayıkladık.

Çünkü amacımız, bir kahramanlığı yok etmek değil, bir suçun unsurunu ortaya koymaktı.

Haber üzerinde bir işlem daha yaptık.

Sorgulamada zanlıya, birçok insanın özel hayatı hakkında tuttuğu notlar, hazırladığı fişlerle ilgili sorular soruluyordu.

Bu üçüncü kişilerin isimlerinin inisiyallerini bile habere koymadık.

Çünkü olayla hiç ilgisi bulunmayan üçüncü kişilerin, özel hayatların işe karıştırılmaması gerektiğini düşündük.

* * *

Dün üç partinin grup toplantısını izledim, konuşma metinlerini dikkatle okudum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen üç partinin liderinin de söylediklerinde çok doğru şeyler vardı.

Başbakan Erdoğan diyor ki:

"Hangi kurumun içinde olursa olsun, eğer bunu yapanlar ve istemiş olanlar varsa, bunun karşılığını görmesi lazım."

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli diyor ki:

"Adına Ergenekon denilen davanın, varsa demokrasimiz üzerindeki gölgesini ortadan kaldıracak, sorumlularını bulup ortaya çıkaracak adil yargılanma süreci önemli ve ciddiye alınması gereken bir gelişmedir."

Ama CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın şu sözleri doğru değil mi:

"Ergenekon davası, bir yönüyle suç örgütleriyle ilişkisi olan insanlara yönelik; bir boyutuyla da onlarla hiç ilgisi olmayan, hatta onlarla mücadele etmiş hukuk adamlarına, aydınlara, komutanlara yönelik. Her nedense her dalgada bu ikisi bir arada."

Ergenekon olayında bir yol ayrımındayız.

Bu dava, ciddi delillerle, intikam duygularından arınmış ve marjinal medyanın rövanş provokasyonlarından etkilenmeden, siyasi iktidarın etkilerinden azade biçimde sürdürülüp sonuçlandırılırsa, Türkiye bir hukuk devleti olma yolunda önemli mesafe katedecektir.

Yok, bu ilkeler uygulanmaz, geçmiş bir buçuk yıl içinde yapılan hukuk dışı ve keyfi uygulamalar devam eder, insanların özel hayatını hiçe sayan hoyrat bir dinleme ve sızdırma yönteminde ısrar edilirse, o zaman hukuk devleti değil, polis devleti haline geliriz.

"Askeri vesayetten" şikáyetçi olanlara sözüm şu: Polis vesayeti daha az tehlikeli değildir.

* * *

Bütün çatışmalara, siyasetin bazen kaçınılmaz kıldığı polemiklere rağmen dün Meclis’te ciddi bir konsensüs vardı.

Devlet içinde illegal bir örgütlenme varsa, birtakım karanlık kişiler, karanlık amaçlarla oraya buraya silah gömüp saklamışsa, bu yapılanmanın ortaya çıkarılmasını herkes canı gönülden istiyor.

Ama, hazır yeraltından silahlar çıkarken; şahsi kan davalarını, sevmediğiniz siyasetçilerin, işadamlarının, gazetecilerin, hukukçuların kellelerini de aynı torbaya koyup o çukurlara atma zihniyeti galip gelirse, Türkiye huzura kavuşmaz.

Çünkü her intikam hareketi, bir sonraki intikama gebedir.

Herkesin herkesi dinlediği bu serseri mayın toplumunda, böyle bir kargaşadan sadece karanlık ruhlar beslenebilir.

Tabii bütün bunlardan sonra bir de şu var.

Başbakan Erdoğan ve Türk hukuku, Ergenekon konusunda, kamuoyunu daha ikna edici olmak istiyorsa, kendisinden aynı cesaret, samimiyet ve sürati kamuoyunun son derece hassas olduğu Deniz Feneri davasında da göstermesi beklenir.

Sabah kroki bulunup, akşam silah çukurları açılabiliyorsa, Almanya’da cezası kesilen bir dava dosyasının Türkiye’ye 4 ayda ulaşamamasını izah etmek güçleşir.

Yani, Ergenekon’da herkese dokunulabilir, Deniz Feneri’nde dokunulamaz diye çok hukuklu bir algılamaya yol açılırsa, Başbakan’ın dün grupta söylediği şu sözlerin de hiçbir manası kalmaz:

"Hangi kurumun içinde olursa olsun, eğer bunu yapanlar ve istemiş olanlar varsa, bunun karşılığını görmesi lazım."
Yazarın Tüm Yazıları