Dereden tepeden

Emine Erdoğan’ın önderliğinde İstanbul’da toplanan lider eşleri arasında bir tek Batılı lider eşi bile yoktu... Acaba bu sonuçtan, toplantıyı düzenleyen Emine Hanım’ı mı, yoksa davet edildiği halde İstanbul’a gelmekten kaçınacak denli duyarsızlık gösteren "Batılı lider eşleri"ni mi sorumlu tutmalıyız?

Hani Allah’a inanmamayı göze alamayanların sık kullandıkları bir klişe vardır, "Allah’a inanmıyorum ama bir güç var" diye... "Penguen" bu klişeyi haftalar önce Ergenekon’a uyarlamış... Ben yeni gördüm ve bayıldım: "Ergenekon’a inanmıyorum ama bir güç var."

Vay be! Sıra "medyadaki Ergenekoncular"a gelmiş... Böyle buyuruyor demokrat arkadaşlar... Bense ABD’li senatör McCarthy’yi anımsıyorum... O da "Her yerde komünistler var... Hepsinin sırası gelecek" dememiş miydi? Bir de 27 Mayıs’ı gerçekleştirmiş bir subay, "Yakında Babıáli’den de geçeceğiz" diye buyurmamış mıydı? Demokratlar da aynı tondan konuşmaya başladı... Hay Allah...

Yavuz Bülent Bakiler diye sağcı bir yazar var... Adamda öyle bir Názım Hikmet nefreti var ki bitmek tükenmek bilmiyor... Bir "soğuk savaş dönemi sağcısı" olan Bakiler, oturmuş "Názım Hikmet’e nefretimiz hiç bitmemeli" konulu bir yazı döşenmiş... Diyor ki: "Názım, Sovyetler’in adamıydı." Sanki o dönem kendisi Amerika’nın adamı değilmiş gibi... Bir de Názım’ın özel hayatını diline dolamış... Sanki anlı şanlı sağcı yazarların özel hayatı pirüpak imiş gibi... İnsanın "Ne bu kin be adam" diyesi geliyor...

Taha Aksoy... Geçen yerel seçimde AKP’nin İzmir adayı idi... Kazanamadı... O kampanyadan bir tek "iki modern kızı ile çektirdiği fotoğraflar" kalmış aklımda... Tayyip Erdoğan, İzmir’e daha parlak bir isim bulamayınca yine Taha Aksoy’u sahaya sürdü... Sanırım bu seçim döneminde de "AKP’nin İzmir adayı Taha Bey’in güzel ve çağdaş iki kızı" konulu fotoğraflara bolca maruz kalacağız... Hadi hayırlısı...

Azıcık delikanlı olun

ŞAHSIMA ait "mail kutusu"nu da bloke eden bir kampanya yürütülüyor sanal dünyada...

Kampanyanın hedefi: Türkiye’de yaşayan Yahudiler...

Yahudi vatandaşlarımız, İsrail’i kınamalıymış...

Çünkü bizim atalarımız, onların atalarına iyilik etmiş...

Yahudiler, 5 yüz küsur yıldır bu topraklarda gül gibi geçinip gidiyorlarmış...

Tamam, arada "Varlık Vergisi" zulmü yaşanmış... Ama o zulmü "inananlar" yaşatmamış... İsmet Paşa yaşatmış...

İnsanın içinden, "Peki muhteremler, 6-7 Eylül’ü kim yaşatmıştı? Sizin ’demokrasi kahramanı’ diye selamladığınız Menderes’in 6-7 Eylül’de payı yok muydu?" diye sorası geliyor, ama gerek yok...

Çünkü çok daha temel bir "insanlık sorunu" var bu kampanyada...

İsrail’in yaptığı zulüm karşısında yapacak onca şey varken, en kolay yolu seçerek, zaten bir avuç kalmış korumasız Yahudi yurttaşları hedef almak, en azından delikanlılığa sığmaz diye düşünüyorum...

Sen geçmişte iyilik yaptın diye adamlara sürekli diyet mi ödeteceksin kardeşim...

Ya da...

Çoğunluğuna güvenip adamlara her daim "rehin alınmış azınlık" muamelesi mi çekeceksin...

Azıcık delikanlı olsana...

Böyle ayıplı işlerle uğraşacağına, gidip esas faille meşgul olsana...

Kemal’i şişe geçiriyorum

"MEMLEKETİMİZİN yeni Akif Beki"si, Başbakan’ın yeni basın danışmanı Kemal Öztürk kardeşimiz, 28 Şubat’tan önce İslamcı bir mecmuanın en arka sayfasında "müstear" isimle mizah yazıları yazardı...

"Laiklerle kafa bulma" iddiasında olan yazılardı bunlar...

"Mizah, zekánın zekátıdır" derler...

"Bizim Kemal"de maalesef zekát verecek bir potansiyel yoktu...

Ancak o, buna rağmen "ille de zekátımı vereceğim" diye tuttururdu...

Sonuç: Facia tabii ki...

Espri duygusu sıfır olan bir adamın espri yapma gayreti nasıl da acıklıdır, bilirsiniz...

Bizim Kemal’in gayreti de çok acıklı bir gayretti...

Ne yazık ki Kemal’de "farkındalık" da yoktur...

Feci esprilerinin harika olduğuna inanırdı...

Bu yüzden, tuttu o berbat mizah yazılarını, bir kitapta toplayıverdi...

Dönemin yargıçları ise, zamanın ruhuna uygun olarak, irticacı avına motive olduklarından, espri falan dinlemediler...

Kitapta geçen "Laikleri şişe geçirmek lazım" gibi cümlelerin altını çizerek, "Bizim Kemal"e irticadan bastılar cezayı...

Kitap toplatıldı... Kemal "düşünce suçlusu" oldu...

O dönem "düşünce suçlusu" olmanın ekmeğini epey yemişliği vardır Kemal’in...

"Kitabım ceza aldı, ben bir düşünce suçlusuyum" diye az mı kapı aşındırdı?

Neyse... Neyse...

Aslında Kemal, yazdığı yazılardan dolayı cezayı gerçekten hak etmişti...

Ama "irtica" nedeniyle değil, "yaptığı berbat mizah" nedeniyle ceza almalıydı...
Yazarın Tüm Yazıları