Ebu Leheb mi olduk

BU köşede yeri geldiğinde günümüz siyasetçilerinden Abdullah Gül ya da Tayyip Erdoğan’a yönelik tenkitler yapıyorum ya...

"Dini bütün" bir biraderimiz, bana İslam tarihinin "kötü adamlarından biri" üzerinden ders vermeye kalkışmış...

Şöyle diyor muhterem:

"Seni tanıyamıyorum Ahmet Hakan... Sen eskiden böyle değildin... Ebu Leheb gibi oldun vallahi..."

İşte mücadele etmemiz gereken kafalardan biri de bu kafadır...

* * *

Sanki karşımızda günahıyla, sevabıyla değerlendireceğimiz fani siyasetçiler yok da evliyaullah var...

Sanki karşımızda "Hz. Abdullah Gül" ya da "Hz. Tayyip Erdoğan" var...

Sanki bu iki hazret, "Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu kaptığında kendilerini sorumlu sayan" birer İslam halifesidir...

Ve sanki ben de "Nişantaşı müşriklerinden Ahmet Hakan" olarak, İslam’ın bu iki güzide şahsiyetine dil uzatmaya yeltenen bir hainim...

Oysa...

Ne Abdullah Gül, Hazreti Osman’dır...

Ne de Tayyip Erdoğan, Hazreti Hamza’dır...

"Asrısaadet"te de yaşamıyoruz maalesef...

Yolsuzluk söylentileriyle, iktidar kudretini sopa gibi kullanma azmiyle, ayak kaydırmalarla, cehaletle, köşeyi dönme gayretleriyle...

Her şey ama her şey memleketimiz açısından alışılmış ve olağan bir seyir içinde gidiyor...

O zaman beni ikaz eden muhterem kardeşime şöyle sesleneyim:

"Ortada sahabe-i kiram olmadığına göre Ebu Leheb’den de söz edilemez muhterem kardeşim."

Bir karikatüristin yandaş olarak dramı

KARİKATÜR sanatı, maalesef doğası gereği yandaşlık kaldırmıyor...

Karikatüristsen...

Önüne geleni karalayacaksın... Önüne gelenle kafa yapacaksın... Güç ve yetki sahiplerini çıldırtacaksın... Kimseye "eyvallah"ın olmayacak...

Sanırım "majestelerinin karikatüristi" Salih kardeşimizin trajedisi de burada başlıyor...

Sürekli güç ve yetki sahiplerinin ellerine aldıklarında "Bizim Salih yine muhalefeti ne güzel benzetmiş yahu" dedirtecek türden karikatürler çiziyor...

Oysa Salih...

Ressam olsaydı... Attırırdı bir yağlıboya Tayyip Erdoğan ya da Abdullah Gül portresi... İşi bitirirdi...

Şair olsaydı... Attırırdı bir methiye gazeli... İşi yine bitirirdi...

Şarkıcı olsaydı... "Ben bir delikanlı tanıdım başbakanlıkta" diye besteler yapardı...

Ama gelin görün ki...

Arkadaşımız, sanatın yandaşlık için en uygun olmayan alanında top koşturuyor...

"Yalaka şair", "yandaş ressam" ya da "taraftar şarkıcı", bir dereceye kadar kaldırılabilir ama "yandaşlık" ve "karikatüristlik" asla yan yana gelemeyecek iki kelimedir...

Vakit’e kılçıklı iki soru

BİR: 28 Şubat döneminde "yüksek rütbeli bir subay", üniformasıyla gazetenize girip çıkar mıydı? Bu yüksek rütbeli subay, 28 Şubat gibi bir dönemde hangi cesaretle gazetenize gelebiliyordu? Gazetenin sahibi, bu yüksek rütbeli subayla ne görüşüyordu? Yayın çizginizde bu subayın yaptığı yönlendirmeler ne kadar rol oynadı / oynuyor? Kısacası siz Ergenekon’un neresindensiniz ağalar?

İKİ: Dost / düşman herkes biliyor ki: Gazetenizin sahibi Mustafa Karahasanoğlu denilen kişidir... Ama siz gazetenizin sahibi olarak Nuri Aykon denilen bir zatı göstermektesiniz... Bu dümenin arkasında ne var? Mustafa Karahasanoğlu, neden adını gazetenin künyesine "sahip" diye yazdırmıyor? Gazeteyi Nuri Aykon’a sattıysa, ne zaman sattı? Kaça sattı? Belgeleri falan ortaya koyar mısınız bir zahmet?

Mazlumun zalimliği

NE zaman "Alevilik" konusunda aykırı laflar eden biri çıksa...

"Merkezi Alevilik" hemen tavır koyuyor: "Seni düşkün ilan ederiz!"

Alevilik inancında "düşkün" ilan edildin mi yandın demektir...

Bir tür engizisyondur bu... Selam sabah kesiliverir... Dışlanırsın yani...

Benzer bir tutum Kürtler için de geçerli olmaya başladı.

DTP’nin bir milletvekili, "AKP’den aday olan Kürt değildir" buyurmuş...

"Kürt olmak için DTP’li olmak gerekir" demeye getiriyor bu milletvekili...

İslami konularda farklı yaklaşımlar sergileyenlerin "münafık"tan "kafir"e varan sıfatlarla anıldığını zaten biliyoruz...

Ne diyelim?

Demek ki zulme maruz kaldıklarını, susturulduklarını, ezildiklerini söyleyenler de acayip zalimleşebilirlermiş...

En acıtıcı zulüm de bu olsa gerek...
Yazarın Tüm Yazıları