Kafanın içi ve dışı meselesi

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın çarşaflı kadınlara rozet takmasından sonra dün de gazetelerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, başı açık tayyörlü kadınlara rozet takarken çekilmiş fotoğrafları yayımlandı.

Demokrasi dediğimiz şey de zaten budur.

Bir siyasi partide her tür insan bulunabilir, bir tek ortak nokta olması aranır: Parti politikasını paylaşıyor olmak!

Yani Baykal doğru söylüyor: İnsanın kafasının dışı değil, içi önemlidir!

Baykal, geleneksel örtüye, bu çarşaf da olsa karşı olmadıklarını, türbanı bir siyasi simge olarak gördükleri için karşı çıktıklarını da söyledi.

Türban, evet siyasi bir simge olarak bu topluma dayatıldı.

Ama bugün geldiğimiz noktada başına türban bağlamış her kadının AKP’li olduğunu, şeriatın getirilmesi için sinsice laikliğin altını oyduğunu söyleyebilir miyiz?

Kuşkusuz söyleyemeyiz, eğer öyle olsaydı zaten "iş çoktan bitmişti". Çünkü Baykal’ın dediği gibi "dışı değil, içi önemli"!

Baykal’ın son girişiminin gerçek bir "siyaset" olabilmesinin bir tek yolu var: Türbanlı olduğu için üniversitelere sokulmayan genç kızların sorununu nasıl çözecek? Bunu açıkladığı gün gerçek bir "açılımdan" söz edebiliriz.

Yandaş medya işinde yeni aşama

BİR süredir ilginç bir tartışma izliyorum.

İlginçliği, "yandaş medya yaratma çabasında yeni bir aşama" olmasından kaynaklanıyor.

Konu bir "reyting ölçümü meselesi" gibi sunuldu.

Televizyon programlarının ne kadar izlendiğini ölçen sistem, dünyanın başka yerlerinde uygulanan ile aynı.

Sistemin doğru çalışması için kendi içinde kurulmuş mekanizmaları da var.

Benzer bir süreç gazete tiraj ve satışlarını izleyen sistem için de yaşandı ve Zaman Gazetesi, bireysel aboneleri ile ilgili faturaları ve bilgileri sunamadığı için devreye Rekabet Kurulu sokularak sistem bombalandı.

Şimdi Zaman Gazetesi, kendi tirajını kendi bulduğu bir şirkete denetlettiriyor.

Hedefe reyting ölçüm sisteminin konulmasının bir tek nedeni var: AKP’nin yandaş televizyonları seyredilmiyor ve bu nedenle reklam da alamıyorlar.

Bunun için işin içine kendi kontrollerindeki RTÜK’ü sokmak da dahil olmak üzere değişik planlar yapıyorlar.

Bu ölçüm sisteminden şikáyet eden yandaş medyaya önerim, Zaman’ın yolunu izlemeleri.

Kendi reyting şirketlerini kursunlar ve kendi reytinglerini o kuruluşa denetlettirsinler.

Reklam veren de kime inanıyorsa, o kuruluşun reytinglerine göre karar versin.


Bir okuyucu sorusuna yanıtımdır

ESKİ Sağlık ve Turizm bakanlarından Bülent Akarcalı’dan bir mektup aldım. Mektup, Madrid’e davetli olarak yaptığım bir geziyle ilgili. Bu geziye Sabah’tan Hıncal Uluç ve Milliyet’ten Güneri Cıvaoğlu ile birlikte katılmıştım.

Akarcalı, "sigara üreticisi şirketlerin kendi çıkarları ve mevcut yasaları değiştirmek amacıyla ücretsiz seyahatlerin gazetecilere sunulmasından" söz ediyor.

Normal olarak bu çirkin imayı görünce mektubu çöpe atmam gerekirdi. Belli ki Akarcalı’nın aklının gerisinde bir zamanlar üyesi olduğu siyasi hareketin "yol haritası" kalmış. Ancak madem böyle bir okuyucu sorusu var, yanıtlamam gerekir diye düşündüm.

1- İspanya’ya sigara üreticilerinin davetlisi olarak gitmedim. Davet eden kuruluş, Turizm Yatırımcıları Derneği idi. Derneğin Başkanı ve Başkan Yardımcısı arkadaşım olmasaydı zaten gitmezdim.

Yani onlar, beni etkilemek için oralara kadar gitmek zorunda değillerdi. Burada da böyle bir olanakları vardı.

2- Geziye katılan iki gazeteci ağabeyimin de, benim de çok şükür hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Burada iktidar gücünü elinde tutan ve muhalif basını susturmak için elinden geleni ardına koymayanlara karşı istediğim her şeyi yazabiliyorsam, bu rahatlığımdan kaynaklanıyor.

3- Gezi, sigara yasağı konusundaki fikirlerimi değiştirmedi. Bunu geziden döndükten sonra da yazdım. Eski yazılarım da arşivde duruyor.

Halka açık, kapalı alanlarda sigara içme yasağında istisnaların, uygulamayı bozacağını düşündüm ve bunu savundum. Kapalı bir alanda bir hayali çizgi çizip, "burada yasak, orada serbest" uygulamasının yanlışlığını savunmuştum, hálá onu savunuyorum.

4- Bu gezide gördüğüm ilginç bir bireysel haklar uygulamasıydı. Sigara içenlerin de bireysel hakları var ve bu haklarını kullanırken başkalarını zehirlemedikleri sürece istedikleri kadar sigara içebilirler.

Gördüğüm uygulama böyle demokratik bir çözümdü. Bunu ilginç bulduğumu yazmıştım zaten.

Bülent Bey ile yeniden karşılaştığımıza göre geçmişte sorup da yanıtını alamadığım bir soruyu hatırlatayım. (Tarih: 19 Haziran 1988 - Tempo Dergisi, Sayı 29.)

Sağlık Bakanı iken Cenevre’deki bir toplantıdan bir günlüğüne ayrılarak Basel’deki Sandoz firmasına, üstelik firmanın özel uçağı ile neden gitmiştiniz? Orada neler konuşulmuştu?
Yazarın Tüm Yazıları