Tanrı yazar dönemi kapandı

BUNDAN bir buçuk yıl kadar önce gazetecilikle ilgili bir kehanette bulunmuştum.

"Tanrı yazarlar dönemi kapanıyor" demiştim.

Gelişmeler beni haklı çıkardı.

Haberin Devamı

Türk basınında, kendini Tanrılar katında gören yazarlar dönemi kapandı.

Nedir "Tanrı yazar"?

Kendini, "Tanrı’nın yeryüzündeki kılıcı" gibi görür.

Tek seçici, tek karar verici, tek yargılayıcı ve tek infazcıdır.

Tanrı’nın temsilcisi olduğu için "hiç yanılmaz, yanlış yapmaz".

Daha doğrusu yanlış yapar da yaptığını kabul etmez.

Düzeltmez, özür dilemez.

İstediğine istediği lakabı takar, yerden yere vurur.

* * *

Şimdi yazarlar insanlar katına iniyor.

İnsanca duyguları, hazları, korkaklıkları, zaafları var.

Hayvanları severler.

Dans etmeyi kesinkes reddetmezler.

Yanlış yaptığında bunu kabul eder, düzeltir, özür dilerler.

Ama en önemlisi, çalıştıkları müessesenin kıymetini veya zaaflarını bilirler.

Yaşadığımız son 5 yıl, medyada güçlü markaların önemini hepimize gösterdi.

Yazdığımız yazıların, altında çalıştığımız markanın gücü ve itibarıyla değerlendiğini anladık.

Veya güçsüz bir markanın altında çalışıyorsak, onun güçsüzlüğünün ve itibarsızlığının bizim yazılarımızın kıymetini ve gücünü de azalttığını anladık.

O yüzden, şunu da görmemiz gerekiyor.

Altında çalıştığımız markanın değerini yükseltmeye çalıştıkça, kendi yazılarımıza da değer katıyoruz.

* * *

Hiç kuşkusuz bu söylediklerim, köşe yazarlarının "şahsi yeteneklerinin" markanın içinde eridiği anlamına gelmiyor.

Tam aksine, şahsi yeteneklerimiz kıymetli markaların altında çok daha fazla değer kazanıyor.

Hürriyet’te yazan arkadaşlara ve kendime bakıyorum.

Bu yazıları başka bir marka altında yazsak acaba bu kadar etkisi olur mu?

Hadi başkaları adına değil de, sadece kendim için konuşayım.

Acaba bu yazıları başka bir gazetede yazsaydım, bu kadar tartışılır mıydı?

Sakın kendi kendime "sahte bir mütevazılık" yaptığımı falan sanmayın.

Gündem yaratma konusundaki kabiliyetimi hiç küçümsemem.

Bu kabiliyetim, hayattaki kıymetli sermayemdir.

Ama o birikimimi ancak Hürriyet markası altında değerlendirdiğim zaman bu kadar büyük bir getirisi olduğunu da çok iyi biliyorum.

* * *

Biliyorum komplo teorisyenleri soracak:

Bu yazıyı niye yazdı?

Hafta sonunda, "Bir Kadın Bir Erkek" filminin yönetmeni Claude Lelouch’un bu yıl çıkan "Ces annees la" adlı kitabını okuyordum.

Lelouch ilk uzun metraj filmi "Le propre de l’homme"u 1960 yılında çekmiş.

Film 10 bin dolara mal olmuş.

2000 dolar karşılığında Kanada televizyonuna satabilmiş, yani 8 bin dolar para kaybetmiş.

Daha sonra bu filmi hiç beğenmediği için, makasla küçük parçalar halinde keserek imha etmiş.

"Şimdi çok pişmanım, keşke imha etmeseydim" diyor.

Nedenini de şöyle açıklıyor:

"Çok öfkeli bir anımda yaptım. Keşke imha etmeseydim. Bugün o filmi bütün sinema okullarında gösterirdim. Çünkü bir sinemacının yapmaması gereken her şeyi o filmde yapmışım."

* * *

İşte bu cümleyi okurken, Tanrı yazarları hatırladım ve kendi kendime "Keşke" dedim, "keşke kendini öyle zanneden yazarlar da bir gün oturup, imha ettikleri köşe yazarlıklarının filmlerini geri sarıp, gazetecilik okullarında anlatsalar."

Ben tanrı yazar değilim.

Buna rağmen, meslek hayatımdaki hatalarımı tek tek biriktiriyorum.

Sırf ilerde bir gün gazetecilik okullarında anlatabilmek için.

 

Yazarın Tüm Yazıları