’Asrın davası’ gecekonduda görülmez

BAZI gazeteler ve televizyonlar Ergenekon Davası’nın "asrın davası" olduğu başlığıyla çıktılar.

Oldukça iddialı bir başlık ve olsa olsa bir temenni olabilir.

İçinde bulunduğumuz asrın tamamlanmasına daha 92 sene var ve eski gazete yöneticilerinden birisi, o başlığı atan yazı işleri editörlerine şunu sorarlardı: Önümüzdeki 92 yılda daha önemli bir dava olmayacağını nereden biliyorsun?

Öte yandan bu dava gerçekten "asrın davası" ise yargılamanın böyle gecekondu şartlarında yapılışını eleştirmemiz de gerekiyor.

Davanın sanık sayısı, kaç avukatın savunma görevi yapacağı biliniyordu. Davayı izleyebilecek makul sayıda seyircinin kaplayacağı yeri tahmin edebilmek ve bütün bu unsurları medeni bir ortam içinde bir araya getirmek bu kadar zor muydu?

Tutuklu sanıklar ile tutuksuz sanıkların ayrı ayrı sorgulanması, sorgulamaların sanıkların ve sanık avukatlarının tümü tarafından dinlenmesinin engellenmesi, avukatlar ile ilgili sınırlamalar da adil bir yargılamaya zarar verecektir.

Bu şartlar nedeniyle davanın sonuçlanmasının uzaması halinde, sanıklardan biri "idarenin ihmali" davası açsa ve kazansa ne olacak?

Bu dava, Türk demokrasisinin geleceği açısından çok önem taşıyor.

Nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, yargılamanın adil yapılmış olduğuna dair bir inanç oluşmaz ise bu hukuk sistemimizin tümüne zarar verecektir.

Hem geçmişin karanlıkta kalan yönlerini ortaya çıkarabilmek için, hem de bunu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde yapabilmek için yeterli bir çalışma yapılmadığı görülüyor.

Başından beri bu davanın sonuçlanmasının yıllara uzamasından endişe ettiğimi yazmıştım.

Öyle görünüyor ki davayı uzatıp, sündürmek için herkes elinden geleni yapıyor.

İki top káğıt, bir kutu kalem getir!

MALİYE Bakanlığı, tasarruf gerekçesiyle kamu kuruluşlarında kırtasiye malzemesi alımını yasakladı.

İki olasılık var: Ya kamu kuruluşları geçmişte bu haklarını kötüye kullandılar ve hepsinin elinde yıllarca yetecek kırtasiye malzemesi stoku var. Ya da Maliye Bakanlığı, kamu kuruluşlarında vergi ödeyerek işlerinin görülmesini bekleyen vatandaşları umursamıyor.

Büyük olasılıkla ikinci yanıt söz konusu!

Yıllar önce bir kamu kuruluşundaki işimi gördürebilmek için "iki top beyaz káğıt ve bir kutu zarf" satın alıp, "bağışladığımı" hatırlıyorum.

Şimdi adını söylemeyeyim bir kuruluşta da benden "eski de olsa bir bilgisayar yazıcısı" istenmişti ama isteği yapan "amir" sonradan vazgeçmiş ve işimi halletmişti.

Kamu kuruluşlarında bu tür tasarruflar önünde sonunda vatandaşa "talep" olarak geri dönüyor. Çünkü zaten üç kuruş maaş alan memurların bir de yaptıkları işi finanse etmelerini beklemek gerçekçi değil.

Öte yandan biz sıradan vatandaşlar vergilerimizi düzenli olarak ödüyoruz ki, devlet işlerimizi görsün.

Ve bunu hangi isim altında olursa olsun ek bir "ayni" ödeme yapmak zorunda kalmadan talep etme hakkına sahibiz.

İsrafa elbette hepimiz karşı çıkmalıyız ama tasarrufu kalem-káğıda indirgemek ancak çocukları kandırmaya yarar.

Böyle iktidara böyle muhalefet

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır gezisi sırasında kentte yaşananlar, kolayca görmezden gelinebilecek bir durum değil.

Ve bu vahim olay karşısında hem muhalefetin hem de iktidarın tutumu, gelecek için ümit vermiyor.

Başbakan, esnafın kepenk kapatmasını "tehdit unsuruna" bağlıyor ki bu doğru.

Ancak bir Başbakan’ın bundan şikáyet etme hakkı var mıdır?

Hükümetlerin görevi, iktidar oldukları ülkede, sıradan vatandaşların özgürlüklerini kısıtlayan bu tür tehditleri ortadan kaldırmak değil midir?

Bundan bir tek sonuç çıkar: Hükümet, vatandaşlara, Diyarbakır’da yaşamlarını güven içinde sürdürebileceklerine ilişkin bir teminat veremiyor.

Bu acizlikten başka nasıl isimlendirilebilir?

CHP Genel Başkanı da, hükümeti "1 Mayıs’ta ortalığı savaş alanına çevirdiği halde Diyarbakır’da sessiz kalmak ile" suçluyor.

Bu nasıl bir düşünce, anlayabilmek kolay değil.

CHP liderinin istediği, Diyarbakır’da da, 1 Mayıs İstanbul’u gibi bir polis terörü estirtmek miydi?

Öyle bir tutum, bölgede devlet ile masum insanları karşı karşıya getirmek isteyen terör örgütünün ekmeğine yağ sürmez miydi?
Yazarın Tüm Yazıları