Şiirden anlayan danışman ihtiyacı

ESKİ dostum Akif Beki iyidir, hoştur, has adamdır... Nobran değildir, şaka kaldırır, esprinin daniskasını yakalama kabiliyeti vardır...

Washington DC’deki ayak oyunlarından da çakar, Körfez sermayesinin dalgalanma biçimlerinden de...

"Hurufi meşrep"tir... "Cedel ilmi"nin inceliklerine vakıftır...

Ama gelin görün ki...

Bir kusurcuğu vardır Akif’in...

Şiirden anlamaz...

Yok, öyle Başbakanımız gibi Necip Fazıl ve Mehmet Akif’ten başka şair tanımayanlardan değildir...

Onunki Orhan Veli’den iki dize attıramayacak denli ağır bir şiirsizlik halidir ve maalesef devası yoktur...

Adam "süper gerçekçi" yahu, ne yapsın?

Diğer danışman Yalçın Akdoğan’a gelince...

En olmayacak, en zor ve en sıkışık zamanlarda Başbakan Erdoğan’a herkesin kabul edebileceği çıkış noktasını gösterecek denli iyi yetişmiş bir entelektüeldir Yalçın Akdoğan...

Ama gelin görün ki o da aynı dertten mustariptir.

O da şiirden anlamaz...

Max Weber’i çok iyi bilir ama Rimbaud’yu Rambo ile karıştırabilir...

En son mektep kitaplarında gördüğü "Han Duvarları" adlı şiiri bile unuttuğuna bahse girebilirim...

Eh, iki en önemli danışmanının durumu böyleyse...

Başbakanımızın Fazıl Hüsnü’yü anmak için okuduğu şiirin Faruk Nafiz’e ait çıkmasına şaşmamak gerekir...

* * *

Oysa oysa...

Nabi Avcı hocamız, hálá Başbakan’ın en yakınında olsa idi...

Bu hata yapılmazdı...

Çünkü Nabi Avcı, bir dedektif gibi Dağlarca’nın "Çocuk ve Allah" isimli şiir kitabının ilk baskısının peşine düşüp, ele geçirince koklayarak kitaplığının en mutena köşesine yerleştirecek türden bir adamdır...

* * *

Oysa oysa...

Hüseyin Besli hálá Başbakan’ın en yakınında olsa idi...

Bu hata yapılmazdı...

Çünkü Hüseyin Besli, kaşlarını kederli bir şekilde yukarı kaldırarak alnında acıklı kırışıklar oluşturup demli çay eşliğinde üç yüz şiiri ezbere okuyacak, Faruk Nafiz ile Fazıl Hüsnü arasında dağlar kadar fark olduğunu bilecek bir adamdır.

Hatta hatta...

Ömer Çelik hálá Başbakan’ın en yakınında olsa idi...

Bu hata yapılmazdı...

Çünkü Ömer Çelik, en azından Fazıl Hüsnü’ye dair malumat kırıntılarıyla idare edecek, şairin "Allah olmasaydı onu ben bulurdum" ya da "Türkçem benim ses bayrağım" gibi işe yarar vurgularını Erdoğan’a belletecek bir adamdır...

Müteahhit mi oldum

METEHAN söyledi, kafa yapıyor sandım, Uğur Ergan söyledi, şamata yapıyor sandım...

Ama bir okurumdan aldığım şu mesaj, işin ciddiyetini ortaya koydu:

"Sevgili Ahmet Hakan... Ben Ankara’da, Çukurambar semtinde oturuyorum. Eve gidip gelirken yolumun üzerindeki bir toplu konut alanında ’Ahmet Hakan Konutları’ tabelasına rastlıyorum... Burası size mi ait? Vallaha çok merak ettim."

Sanırım artık bu işi açıklığa kavuşturmamız gerekiyor...

Ey ahali... Duyduk duymadık demeyin... Söz konusu "Ahmet Hakan Konutları" ile hiçbir ilişiğim yoktur...

"Mücahit" iken "müteahhit" olanlardan değilim...

Ne düşmanlarım "Buradan ev alınmaz, hadi hemen tüyelim" desin, ne de dostlarım paraya kıyıp benimle komşu olmanın tatlı rüyasına dalsın...

Çünkü ne Ankara’da, ne İstanbul’da... Bırakın "Ahmet Hakan Konutları"nı, bir dikili "Ahmet Hakan ağacı"na bile sahip değilim...

Hatta ve hatta... Ankara’da sırtımı yaslayacağım bir "dayım" bile yoktur...

Bilginize sunarım...

Üç mesele

RAKI MESELESİ

AKP’li Dengir Bey’in, DTP’nin önde gelen isimleriyle yediği akşam yemeği hálá gündemde... Dün MHP’li Oktay Vural, Dengir Bey’e şöyle seslendi: "Türkiye’yi rakı mezesi yaptınız." Benim anlayamadığım husus ise şu: Acaba Oktay Bey’in cümlesindeki asıl vurgu, Türkiye’nin meze yapılmasına mı yoksa rakıya mı? Yani Oktay Bey, Dengir Bey’in rakı içtiğini ifşa ederek Tayyip Bey’i gıcık etmek mi istiyor?

SOYKIRIM MESELESİ

DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, 12 Eylül’de Kürtlerin soykırıma uğradığını öne sürmüş... Yanlışlık yok, resmen "soykırım" sözcüğünü kullanmış... Gördüğünüz gibi bu sözcük, iyice ucuzlatılmış durumda... Oysa Ahmet Türk, "12 Eylül’de bazı Kürtler ezildi" falan dese, gerçeğin tümünü olmasa da bir kısmını ifade etmiş olacaktı... Çünkü gerçeğin öbür kısmında şu var: 12 Eylül’de bazı Kürtler ne yaşadıysa, bazı Türkler de aynısını yaşadı... Bu anlamda çok eşitlikçiydi 12 Eylül...

İFTİRA MESELESİ

Başbakan Erdoğan, ne zaman kendisine iftira atıldığını düşünse, hemen şöyle diyor: "Eski komünistler gibi iftira atıyorlar." Başbakan, iftira atmanın eski komünistlere özgü bir alışkanlık olduğu kanaatine nereden vardı, anlamış değilim... Belki de bu işin çözümü şudur: Bir eski komünist, mesela Oral Abi, Başbakan’la görüştüğü ilk fırsatta, "Sayın Başbakan... Ben eski komünistim... Benim eskiden bir iftira ustası olduğumu nereden çıkardınız?" diye sorar, Erdoğan yanıt verir, biz de öğreniriz...
Yazarın Tüm Yazıları