Türkiye gerçekten bir labirent

FRANKFURT Kitap Fuarı’nın bu yılki "onur konuğu" Türkiye!

Bizim İzmir Fuarı’na benzer bir büyüklükteki alan içine yayılmış binalarda süren fuarın girişindeki "forum" alanında bu nedenle büyük bir sergi düzenlenmiş.

Sergi bir "şöhretler salonu" gibi. Türkiye’nin yetiştirdiği büyük yazarların dev fotoğrafları ve hemen yanlarında kim olduklarını açıklayan büyük levhalardan oluşan bir tür Pantheon bu.

Yıllarca polis tarafından takip edilmiş, hapislere atılmış, kitaplarını okuyanlar taciz edilmiş birçok yazarımıza da gecikmiş bir "özür" diye düşündüm sergi salonunu dolaşırken.

Frankfurt’un hemen her yerinde, fuar alanında, fuar için basılmış broşürlerdeki "logo", Türkiye’nin bu yılki "onur konuğu" olduğunu anlatıyor.

Grafiğin, ne kadar önemli bir sanat dalı olduğunu bana yeniden hatırlatan bir logo bu.

Logo çok renkli bir labirentten oluşuyor. Labirent bulmacalar gibi çizilmiş logoya dikkatle bakınca çizgilerin arasından "Turkey" yazısı seçiliyor.

Logoyu tasarlayan Bülent Erkmen Türkiye’yi ne kadar güzel anlatmış. Çok renkli bir atmosfer ama içinden çıkılması zor bir labirent aynı zamanda Türkiye!

Bu fuar bizdeki gibi perakende kitap satılan bir fuar değil. Burada "yayın hakları" satılıyor ve dünyanın dört bir yanından yayıncılar, telif hakları ajanslarının temsilcileri, kendi ülkelerinde yayınlayabilmek için kitap arıyorlar. Fuar için Türk yazarların 300’den fazla kitabı İngilizceye çevrilip yayınlanmış. Türk edebiyatının dünyaya tanıtılması için muazzam bir fırsat ve iyi kullanıldığını da söyleyebilirim.

Fuara birçok Türk yayınevi katılıyor. Kendilerine ayrılan stantlarda kitaplarını ve yazarlarını tanıtıyorlar. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi "solcular" bir tarafta, "sağcılar" diğer tarafta. Labirent fikrini bulan sanatçı Erkmen yanılmamış yani.

Diliyorum ki bu fuar Türkiye yazarlarının, dünyanın her köşesinde tanınmaları için bir dönüm noktası olsun.

Yeni yüzler ve yeni sözler gerekiyor

CHP Lideri Deniz Baykal ile SHP Lideri Murat Karayalçın’ın buluşup uzun bir görüşme yapmaları, Karayalçın’ın "Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adaylığına" yorumlandı.

Baykal’ın da görüşmeden sonra yaptığı açıklamada bu soruya verdiği yanıt, çok net olmamakla birlikte bu tür yorumların yapılmasını destekler nitelikte.

Bundan önceki seçimde CHP adayı Yılmaz Ateş ile SHP adayı Murat Karayalçın’ın birbirlerinin oylarını bölerek Melih Gökçek’e hizmet edeceklerini düşünmüş ve bunu yazmıştım.

Ancak, şimdi bu durumda "adı Karayalçın olan tek adayın" Gökçek’i yenebileceğini düşünmek mümkün değil.

Çünkü son seçimde Karayalçın ve Ateş’in aldığı toplam oylar, Gökçek’in oylarının yarısını ancak geçebiliyordu.

Karayalçın’ın, başarılı bir belediye başkanlığı dönemi geçirdiğini elbette kabul ediyorum, ama bu artık çok eski bir geçmişte kaldı. Yeni seçmenlerin tümü o dönemde sokakta çelik çomak oynuyordu!

CHP, SHP ve DSP, Ankara’yı Gökçek’ten kurtarmak istiyorlarsa, yapacakları şey eski defterleri karıştırmak olmamalı.

Yeni şeyler söyleyebilen, ismi hiçbir şekilde yıpratılmamış, yeni bir aday üzerinde anlaşmak daha doğru bir tercih olur
.

Bir de şunu merak ediyorum: Türkiye’nin sosyal demokratları, hiç mi yeni isim yetiştiremiyorlar ki her seferinde eski isimlerden başkası akla gelmiyor?

Eğer öyleyse bu yarış şimdiden kaybedilmiş demektir.

Melih Gökçek, güle oynaya bu seçimi de kazanır, biz de Baykal’ın ve Karayalçın’ın kaybedilen bir seçimi aslında nasıl kazandıklarını anlatışlarını dinler, eğleniriz!

Terör örgütü ellerini ovuşturuyor olmalı

BİR demokraside, basının kamu kurumlarını mercek altına almasında yadırganacak bir durum olamaz.

Bu basının birinci görevidir ve zaten demokrasilerde basının "dördüncü güç" olarak tanımlanmasının nedeni, kamuoyu adına böyle bir denetim görevini yerine getiriyor olmasıdır.

Toplumda çok derin bir üzüntüye ve infiale neden olan karakol baskınıyla ilgili olarak yapılan yayınların böyle değerlendirilmesi gerekir.

Bu açıdan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un dünkü açıklamasını, gereğinden ağır buldum.

Genelkurmay, bu konuda bir araştırma yapıyor ve söyleyeceklerini zaten o araştırma sonuçlandığı zaman söyleyecekti.

Öte yandan konunun, terör örgütünün amaçları açısından da önemli bir boyutu var.

Örgüt, Orgeneral Başbuğ’un deyişiyle "intihar saldırısını", ayakta olduğunu, yıkılmadığını, o sınırların korunamayacağını, güvenlik güçlerinin yetersiz olduğunu göstermek için yapıyor.

O saldırıda birçok adamını kaybediyor, ama önemli olan o örgüt için zaten o adamların hayatları değil. Örgüt için önemli olan "güçlü görünmek" ve bunun için gerekirse kadrolarının yarısını bile feda edebilir.

Burada basına düşen, denetleme görevini yaparken, terör örgütünün amaçlarına hizmet etmemeye de dikkat etmektir.

Terör örgütünün kanla yapmaya çalıştığı propagandaya alet olmamaktır.

Gazete ve televizyonların bunu hiç akıllarından çıkarmamaları gerekir.

Terör örgütünün eylemlerini, askeri eleştirmek için fırsat olarak kullanmanın da bir demokraside yeri yoktur.
Yazarın Tüm Yazıları