Bir hayalim var!

ÖNCEKİ gün New York’ta Madison üzerinde bir adres ararken, bir kuyruğun ucuna rastladım.

O sırada kafamda da gazetelerde okuduğum "ekonomik kriz" haberleri dolaşıp duruyordu.

Buraya gelmeden önce Türkiye’de ramazan ayı henüz bitmemişti ve gözümün önünde de iftar çadırlarının önünde kuyruklar yaratan insan görüntüleri vardı.

Madison’da o kuyruğun ucuna rastlayınca bu iki şey kafamda bir araya geldi ve "Tamam" dedim, "Ekonomik kriz artık sokaklarda da hissediliyor, işsiz ve aç insanlar yemek dağıtımı için kuyruğa girmişler!"

O noktadan itibaren kuyruğu takip ettim. Madison’dan 5. Cadde’ye kadar yürüdüm, kuyruk sola kıvrıldı, ben de onunla beraber sola döndüm ve kuyruğun ucunun bir mağazanın kapısında sona erdiğini gördüm. Yaklaşık 300 metrelik bir kuyruk yani.

Yolumun üzerine her çıktığında içine girip vakit geçirdiğim, tanıdık bir mağazaydı bu: Barnes & Noble isimli kitapçı!

Kuyruktakilerin ellerinde birer ikişer kitap olduğunu o zaman fark ettim. Meğerse içeride son haftaların en çok satan romanı "The Lucky One"ın yazarı Sparks’ın imza günü varmış. Romanı okumadım, ne anlatıyor bilmiyorum ama yazarı gençten, yakışıklı bir tip. Bizim Orhan Pamuk gibi "bakımsız Tarzan" değil. Görüntüsü itibarıyla, yazardan çok, spor salonlarındaki vücut eğitmenlerini çağrıştırıyor.

Günün birinde bizdeki kuyrukların da iftar çadırlarından ya da aşevlerinden, Remzi’lerin önüne taşınacağının hayalini kurarak, yoluma devam ettim!

Kapitalizmin ’duman altı’ yüzü

AMERİKAN televizyonlarında sigaranın tehlikelerine dikkat çeken bir reklam yayımlanıyor.

Kanserin yarattığı tahribat nedeniyle nefes alabilmesi ve konuşabilmesi için boğazına bir delik açılmış orta yaşlı bir erkeğin görüntüleri var reklamda.

Elinde tuttuğu küçük bir aleti, boğazındaki deliğe yapıştırarak metalik bir sesle sigaranın zararlarının canlı tanığı olduğunu anlatıyor.

Bu reklamı televizyonda izlediğim günün sabahında New York Halk Kütüphanesi’nin Madison Caddesi’ndeki şubesinde (Bilim, sanayi ve iş idaresi kitaplığı) 1930 - 1940’larda gazetelerde yayımlanan sigara reklamları sergileniyor.

Sigara içmeyi teşvik eden, sigaranın yararlarından söz eden reklamlar bunlar. Bir tanesini izlerken dehşete kapıldığımı söylemeliyim: Reklamda kocaman gözleriyle bakan, tombul yanaklı bir bebek fotoğrafı var. Konuşma balonunda şöyle yazılı: "Babam her şeyin en iyisini alır, .... gibi."

Bir tanesinde bir diş hekimi, elindeki "aynayı" sallayarak bilmem ne sigaralarını içmeyi öneriyor.

1946’da yayımlanmış ve o günün gözde doktorlarından birini ameliyathanede gösteren fotoğrafın yer aldığı reklam da Amerika ölçeğinde yapılan araştırmanın sonuçlarını açıklıyor: Doktorların çoğunluğu .... içiyor!

Bir başkasında Noel Baba, boğazınızda tahriş yaratmayan (nasıl oluyorsa?) .... içmenizi öneriyor.

Elinde sigara ile poz veren sporcular, hekimler, tanınmış film oyuncuları ile dolu reklamlar.

Oysa sigaranın zararları daha o yıllardan biliniyordu. Ve o zarar bilindiği halde bu tür reklamlarla, sigaranın sağlığa zararlı olmadığı teması işleniyordu.

Kapitalizmin vahşi yüzünü ortaya koyan, ilginç bir sergiydi.

Benzeri bir sergiyi Türkiye’de yayımlanan reklamlarla açmak ilginç olurdu diye düşündüm.

Boğazdan gelen can aynı yerden çıkabilir!

NEW York’ta dolaşmak, eğer boğazınıza düşkünseniz, inanılmaz sayıda çok ve kaliteli seçenekle karşılaşmanız demek.

Dünyanın herhangi bir köşesinde yaşayan, en küçük etnik grupların mutfaklarını bile test edebilmeniz mümkün. Bu tür keşif yolculuklarını eskiden büyük bir zevkle yapardım, bu kez gidişimde artık bunun da sonunun geldiğini düşündüm.

Kim akıl ettiyse, bir kanun çıkarılmış ve lokantaların yemek listelerinde, her yemeğin kaç kalori tuttuğunu yazmak mecbur tutulmuş.

Mönüler şöyle yazılıyor: Yemeğin adı, altında yemeğin içinde nelerin olduğu, yanında parantez içinde kalorisi, karşısında da fiyatı.

Gazetede okuduğum bir araştırma, kalori miktarının yazılmaya başlanmasıyla birlikte insanların yüzde 60’ının yemek tercihinin değiştiğini ortaya koyuyor.

Ki kendimden de biliyorum, insan yemeyi düşündüğü yemeğin karşısında 450 kalori ibaresini görünce ister istemez bir hesap yapıyor: Günde kaç kalori alırsam şişmanlamam?

Bu nedenle insanın gözü ister istemez salatalara kayıyor. Yüzde 40 ise "Bana ne, ben ağzımın tadına bakarım" diye düşünmüş.

"Can boğazdan gelir" mottosunun izleyicilerine, canın boğazdan da çıkabileceğini hatırlatan bir uygulama.

Obezite sorununun böylesine yaygın olduğu bir ülke için gerekli bir kanun. Yakında sigara yasağı lokantaları da kapsamına alacak. Dumansız, sağlıklı ortamlarda yemek yiyeceğiz.

Düşünüyorum da özellikle kebapçılara bir kalori uyarısı koymak, bizler için de iyi olacak.
Yazarın Tüm Yazıları