GeriSeyahat Yaz başında görmeniz gereken 10 antik kent
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Yaz başında görmeniz gereken 10 antik kent

Yaz başında görmeniz gereken 10 antik kent

Siz, Yunan mitolojisindeki toprak ve bereket tanrıçası Demeter’in kızı güzel Persephone’nin hikayesini bilir misiniz? Ölülerin tanrısı olan amcası Hades, aşık olduğu Persephone’yi kaçırarak yerin altındaki dünyada yaşamaya mahkum bırakır.

Anne o kadar üzülür ki, toprak artık ürün vermez olur ve dünyada kıtlık başlar. En sonunda amca ve anne bir anlaşma yaparlar. Persephone her bahar yeryüzüne annesinin yanına gelecektir, Demeter, her kış bitiminde sevincini, yeryüzünü yeşile boyayarak gösterir. Sonbahar geldiğinde ise Persephone geri dönmek zorundadır, anne Demeter’in hüznü tabiatın renklerine yansır, yeşil yerini sarı ile kahverenginin tonlarına bırakır. Geçen hafta Persephone’nin şenliğine katılmak, doğanın coşkusuna ve tarihin görkemine şahitlik etmek için elimde kameram bana hoş geldin diyen Anadolu’nun yollarına attım kendimi.

ASSOS
Tanrısal güzeller burada yarışmıştı

Çanakkale üzerinden önce Assos’a gittim. Doğayla uyum içindeki Selçuklu köprüsünü geçerken Assos’un silueti çıktı karşıma. İsmi Yunanca “birinci” anlamına gelen şehrin en yüksek noktasındaki Athena Tapınağı’nın altında oturdum. Bu güzel tapınağa ve armağan ettiği zeytin ağacı ile Atina şehrine adını veren bilgelik tanrıçası geldi aklıma. Troya Savaşı’nda Troyalı yiğitlere tuzaklar kurup Yunanlıları destekleyen Athena, arkadaki Kaz Dağları’nda düzenlenen ilk güzellik yarışmasında üç adaydan biri olmuş ama tacı fettan Afrodit’e kaptırmıştı. Güneş batmak üzereydi ve son ışıkları karşıda, kadın şair Sappho’nun yaşadığı Lesbos (Midilli) Adası’nda yansıyordu. Sahile inip bir kafede oturdum. Aristo bu şehirde araştırmalar yaparak üç yılını geçirmişti, onu düşünerek mendireğe doğru yürüdüm.

BERGAMA
Asklepieion kapısında “Ölüm giremez” yazıyor

Ertesi sabah Ege denizini bir yanıma alarak Bergama’ya doğru yola çıktım. Akropol’deki Trajan Tapınağı 1900 yıllık görkemiyle tepeden tüm şehri selamlıyordu. Bergama’nın dünya tarihinde çok önemli bir yeri var. O dönemde dünyada iki büyük kütüphane bulunuyormuş. Biri 500 bin kitap kapasiteli İskenderiye, diğeri de 200 bin kitaplı Bergama. Mısırlılar kendi kütüphanelerinden daha büyük olacak kaygısıyla Bergama’ya papirüs ihracatını durdurmuş. Kral II. Eumenes küplere binmiş, hemen bilim insanlarını toplamış ve papirüsün yerine geçecek bir şey bulmalarını emretmiş. Çözüm olarak kurutulmuş hayvan derisi kullanmaya başlamışlar. Buna da Bergama kağıdı demişler ve bu kelime batı literatürüne parşömen olarak geçmiş. Papirüs yuvarlanmış kağıt şeklinde olduğundan her defasında açıp kapamak zor, oysa dünyada ilk defa parşömen sayesinde yaprakları üst üste koyup ciltlemek mümkün olmuş. Bergama’da bulunan Asklepieion ise MÖ 4’üncü yüzyıldan kalma eski bir hastane. Girişine “Ölüm buraya giremez” yazmışlar. Bu tarihi yerde hastaları sağlıklarına kavuşturmak için psikolojiden tutun, çamur banyolarına kadar her yol denenmiş. Su, açık hava, güzel ortam ve dinlenmenin en iyi tedavi yolu olduğunu düşünmüşler. İnanışa göre sağlık tanrısı olan Asklepios hastaların rüyalarına girip iyileştirmiş onları.

EFES
Meşhur kütüphanesi tünelle geneleve bağlıydı

Gece, Şirince’deki bir restoranda nefis köy yemeklerini, güzel bir manzara eşliğinde yedikten sonra eski Rum evlerinin restorasyonuyla ortaya çıkan bir otelde konakladım. Anadolu’daki çoğu şehir gibi önce Yunan sonra Roma medeniyetlerine kucak açmış ve onların eserleriyle donatılmış bir antik yerleşim olan Efes ertesi sabah ilk durağım oldu. Roma döneminde üç yüz bine yakın nüfusuyla “Küçük Asya” olarak da adlandırılan Anadolu eyaletinin başkenti olan şehir din, ticaret, kültür ve sanat alanında bir yıldız gibi parlamış. Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan ve 127 adet İyon tarzı kolon başlığının üzerinde göğe doğru yükselen Artemis Tapınağı, şehrin hem gurur hem de zenginlik kaynağı olmuş. Batı sahillerindeki en önemli liman olarak yetmiş iki milletten insan Efes’in sokaklarında dolaşıp şehrin güzelliğinden büyülenmiş. Buna bir de Hıristiyanlığın en önemli şehirlerinden birisi olması eklenince, Efes İncil’de dahil olmak üzere bütün kaynaklarda yer almış. Şehrin tam göbeğinde, Efes’i 1895’ten beri kazmakta olan Avusturyalıların restore ettikleri Celsus Kütüphanesi var. Türkiye’nin tanıtımında en çok kullanılan eserlerden biri olan kütüphane ve yanındaki Agora (Pazar Yeri) kapısı mükemmel bir konumda ve insanın nefesini kesiyor. Ben Efes’teyken bir erik ağacı 1900 yıllık kütüphaneye doğru muhteşem bir şekilde uzanıyordu. Anlatanların yalancısıyım ama Efesli erkekler kitap okumaya pek düşkünlermiş. Yıllar sonra yapılan araştırmalar kütüphaneden gizli bir tünelin karşıdaki binaya geçiş imkanı sağladığını göstermiş. Tahmin etmek zor değil, karşıda şehrin genelevi bulunuyor! Anlayacağınız kitaba düşkün erkeklerden korkmak lazım!

PRİENE
Orijinal halini koruyan nadir yerleşimlerden

Benim için Anadolu’daki favori yerleşimlerden biri de şehircilik harikası olan Priene’dir. Menderes Nehri’nin limanını yok ettiği, Mykale Dağı’nın yamaçlarına kurulmuş ve çok sevimli. Kent planlamacısı Hippodamos’un 2500 yıl önce, dünyada ilk kez Milet’te uyguladığı ızgara şeklinde şehir planıyla yapılmış. Orijinal halini koruyan nadir yerleşimlerden. Nedeni Romalıların şehre fazla ilgi göstermemesi. Priene’deki beş bin kişilik antik tiyatro dünyadaki en güzel Yunan tiyatrolarından biri. Şehrin koruyucusu olan Tanrıça Athena’ya adanan tapınak ise Priene’nin en muazzam yapısı. MÖ 334’de başladığı seferler esnasında Anadolu’yu imparatorluğuna dahil eden Büyük İskender’in yaptırdığı eserin mimarı ise Bodrum’daki Mozole’yi de yapan Phytheos. Bir tarafında 10 bir diğer tarafında altı sıra iyonik kolondan oluşan yapı aşağıdan geçen yoldan bile görünüyor. Priene’de dolaşırken, tepedeki Demeter Tapınağı’na da çıktım, ne de olsa kızı Persephone’nin hikayesi en sevdiğim mitolojik öykülerden biri.

DİDİM
Antik çağın kehanet merkeziydi

Priene’den sonra Milet’ten geçerek geldiğim Didim geçmişte bir yerleşimden ziyade kehanet merkezi olarak kullanılmış. 108 sütundan oluşan, 109 metre uzunluğunda, 51 metre genişliğindeki Apollo Tapınağı Yunan mimarisinin şaheserlerinden biri. Hemen girişte Yunan mitolojisinde adı geçen, kendine bakanı taşa çeviren, saçları yılanlı kadın Medusa kabartması var. Didim Yunanca’da ikiz anlamında bir kelime ve Artemis Apollo’nun ikizi olduğu ve ona da burada bir tapınak yapıldığı için bu ismin verildiği söyleniyor. Bazı arkeologlara göre ise buradaki kehanet yani bilicilik merkezi Yunanlılardan bile eski bu da isminin Anadolu kökenli olma ihtimalini güçlendiriyor.
Didim’deki Apollo Tapınağı’na tarih boyunca ünlü kişiler gelip sorular sormuş. Büyük İskender geldiğinde tapınağın kahini ona Persleri yeneceğini söylemiş. Kayseri şehrinin isim babası olan Sezar ise tapınağın sınırlarının genişletilmesi emrini vermiş. Tapınağa gelen kişiler önce kendilerini kuyudan aldıkları suyla arındırmış, tanrılara bir hayvan, genellikle de bir keçi kurban ettikten sonra merakla cevaplarını bekledikleri soruları sormuşlar. “Evlenecek miyim, yeni bir işe başlayacak mıyım, ne olacak bu ülkenin hali?” gibi! Hıristiyanlık döneminde şeytan işi olarak görülen kehanet merkezleri yasaklanmış ve inşaatı hiç bir zaman bitirilemeyen tapınağın içine bir kilise inşa etmişler.

HALİKARNAS
Mucizevi mozolenin taşları kalede

Homeros’un “Ebedi mavilikler ülkesi”, Cevat Şakir’in ise “Başka yerde olup nur içinde yatılacağına burada nur içinde yaşanır” dediği Bodrum’a vardığımda hava kararmış, denizaltı arkeoloji müzesi olarak kullanılan Aziz Peter Kalesi’nin ışıkları yanmıştı. Kale, tarihi Halikarnas’da bulunan ve dünyanın yedi harikasından biri sayılan Mozole’nin taşlarından yapılmış. Bu eşsiz manzarayı fona koyup güzel bir yemek yedim. Ertesi sabah Bodrum’un beyazına karışmış yeşiller, sarılar ve kırmızılar eşliğinde Gümüşlük’e gittim. Herkes bu sene turizm sezonunun kötü geçeceğinden bahsediyordu. Etraf o kadar güzel, doğa o kadar misafirperverdi ki, kulak asmadım duyduklarıma.
Daha sonra uğradığım Göltürkbükü magazin basını ve ünlülerin gözdesi. Burası kadar küçük bir yeri bu kadar özel ve ünlü yapan şeyi açıklamak çok zor geldi bana. Sırtını dağlara dayamış sahili ile güzel olmasına güzel ama daha 15 yıl öncesine kadar hemen hemen hiç bilinmeyen bir bölgeydi. Sonra, Ada Hotel’in açılmasıyla birlikte aniden “keşfedildi”. Aralarında popüler Ship Ahoy’un da olduğu restoranlar kısa süre içinde birbirlerini takip etti, gerisi kendiliğinden geldi. Bu yaz gitmek istiyorsanız plajda dip dibe uzanmayı ya da kıyıda bir aşağı bir yukarı gezinen, bronzlaşmış insanlar arasında güçlükle hareket etmeyi de göze almak zorundasınız.

AFRODİSİAS
Sezar’ın seçimi

Ertesi gün Afrodisias’a düştü yolum. Kaz Dağları’ndaki güzellik yarışmasında tacı Athena ve Hera’ya kaptırmayan Afrodit’e adanmış şehir renk cümbüşü içindeydi. Fondaki karlı Babadağ ise bu güzelliği bütünlüyordu. Afrodit güzellik ve aşk tanrıçası olunca biraz yoldan çıkmış. Hephaestus isimli bir koca, Hermes, Dionysos, Adonis gibi bir kaç sevgili ve ilginç çocuklar Afrodit’in yaşamına ait bazı detaylar. Tanrıçanın oğulları arasında psikolojiye adını veren Psyche’nin sevgilisi Aşk Tanrısı Eros ile abartılı boyutta erkeklik organına sahip, ülkemizde bolca hediyelik eşyaları olan tanrı Bes de bulunuyor. Atalarının Afrodit’ten geldiğine inanan Sezar tanrıçanın tapınağına bir altın Eros heykeli hediye etmiş ve Anadolu’daki şehirler içinde kendisine Afrodisias’ı seçmiş.
Yüzyıllar içinde deprem ve istilalar, şehri tarihin sayfalarına gömmüş. Özellikle, 1402’de Timur’un Anadolu’yu yakıp yıktığı dönemden, Afrodisias da payına düşeni almış ve bir daha belini doğrultamamış. 1961’deki kazılar başlayana kadar köylüler tarihi eserlerle iç içe yaşamış. Bir gün kaybolup bugünkü adı Karya’dan türemiş olan Geyre’ye yolu düşen ünlü fotoğrafçı Ara Güler gözlerine inanamamış. Duvarların arasında mermer kabartmalar, kolonlar, büstler görünce hemen sarılmış deklanşöre ve Batı’da şehirle ilgili ilk kareler yer almaya başlamış. Restorasyona başlamadan önce Geyre’yi yaklaşık iki kilometre kadar batıya taşımışlar. Antik kente girdiğinizde karşınıza çıkan o güzel meydan eski Geyre’nin kahvesinin de olduğu meydan! Afrodisias Türkiye’deki en temiz ve düzenli ören yerlerinden biri. Meydanın hemen sağında mevcut eserlere artık dar gelen müze bulunuyor. Müzenin içinde yontu sanatının olağanüstü örnekleri var. Afrodit’in heykelleri için ayrı bir salon yaratmışlar. Afrodisias’da yapılan heykellerden biri de ünlü İmparator Hadrian’ın erkek arkadaşı Bursalı Antonius’a ait ve Roma’daki Hadrian Villası’nda bulunmuş.
Afrodit’in en ilginç çocuğu Hermafrodit. Bilindiği gibi bu terim tıpta çift cinsiyetliler için kullanılıyor. Güzelliğini anneden alan genç adam bir gün Bodrum girişindeki Bardakçı Koyu’nda, çırılçıplak denize giriyor, ona aşık olan bir su perisi dayanamayıp denize koşuyor, sonra da genç adama sarılıyor ve öylece kalıyorlar, sonrasında da Hermafrodit ortaya çıkıyor! Afrodit aşkın da tanrıçası olunca aşk meşk durumlarını alevlendiren her türlü ilaca afrodizyak demişler!

PAMUKKALE
Kutsal Şehir’in beyazı hiç tükenmez

Eski adı Hierapolis, yani Kutsal Şehir olan Pamukkale’de önce Romalılar’dan kalma antik havuzda yüzdüm, sonra tarihi şehri keşfettim. Yakınlarda tamamen gün ışığına çıkarılan ve İmparator Domitian’a adanan Sütunlu Cadde’yi geçtikten sonra karşınıza bugün müze olarak kullanılan çok büyük boyutlardaki Roma Hamamları çıkıyor. Müze ufak ama içindeki eserler ilginç. Heykeller, kabartmalar, antik paralar göreceklerinizden bazıları. Bir de genelde zengin insanların gömüldüğü lahitler var. Lahite aynı zamanda “Sarkofaj” deniyor. Anlamı ise “Et yiyen”. Eskiden insanlar lahitlerin içine koydukları cansız bedenlerin birkaç yıl sonra sadece kemikten ibaret olduğunu görünce böyle değişik bir isim bulmuşlar!
Müzenin önünde ise dünyada eşi benzeri olmayan Pamukkale var. Çal Dağı’ndan çıkan termal sulardaki, çözülmüş halde bulunan kalsiyum bikarbonat, tepelerden aşağıya doğru süzülürken içindeki karbondioksit havaya karışıyor ve teraslarda sert tebeşir biçimindeki travertenleri oluşturuyor. Ayakkabılarınızı elinize alıp, binlerce yılda meydana gelmiş traverten teraslarda yürüyebiliyorsunuz. Bugün Pamukkale Motel’in içindeki “Kutsal Havuz” Romalılar döneminden beri kullanılıyor. Mayonuzu yanınızda götürmeyi unutmayın, içinde mermer parçaların ve kolonların olduğu 35 derecelik sıcaklığa sahip havuzda, giriş parasını ödedikten sonra keyif yapabilirsiniz. Tepede yer alan Roma mimarisi tarzındaki tiyatro 2’nci yüzyıldan kalma ve çok iyi durumda. İstanbul’daki Hipodrom’u yaptıran Septimius Severus Pamukkale’nin tiyatrosunu da onartmış. Yunanlıların Dionisos, Romalıların ise Baküs dedikleri şarap ve tiyatro tanrısının çok güzel bir kabartması yapıyı süsleyenler arasında. 46 sıradan oluşan ve eskiden 10 bin kişilik kapasiteye sahip olan tiyatronun sahnesine yakın bir bölümünde imparatorluk ailesi için yapılmış bir loca var.

TERMESSOS
Büyük İskender bile onlardan korkmuştu

Güllük Dağı Milli Parkı’ndaki Termessos bana göre Türkiye’deki en çarpıcı antik şehirlerden. Peru’daki Machu Picchu’yu yere göğe koyamayanlar onun ülkemizdeki benzerini 20 dakikalık bir tırmanıştan sonra Güllük Dağı’nın tepesinde görebilir.
1000 metreye yakın bir rakıma sahip bu şehirde yaşayanlar kendilerini Güllük Dağı’nın eski adı olan Solymus’dan dolayı Solimi diye adlandırmışlar. Ticaret yollarını kontrol altında tutan ve savaşa meyilli Termessoslular, Büyük İskender’in bile gözünü korkutmuş. Yaşadığı dönemde bilinen dünyanın yüzde 90’ını fetheden İskender bakmış bunlarla başa çıkmak zor, “ne halleri varsa görsünler” deyip yoluna devam etmiş. Termessos’taki 5 bin kişilik tiyatro akıllara zarar bir yapı. Dağın başına böyle bir binayı oturtmayı mimari dahilik diye açıklayıp işin içinden sıyrılmak mümkün değil. Dünyadaki en etkileyici tarihi mekanlardan biri. Diğer kalıntıların arasından yürüyüp yukarı doğru çıktığınızda şehrin mezarlığıyla karşılaşıyorsunuz. Etrafa dağılmış doğayla uyum içinde, yüzlerce lahit görüyorsunuz. Yolun sonunda orman bekçisinin kulesi var, altınızda ise inanılmaz bir manzara, Pamfilya Vadisi sizi görsel bir şölene davet ediyor.

PHASELİS
Dikkat, sizi büyüleyebilir

Türkiye’nin en romantik antik şehri bana göre kesinlikle Phaselis. MÖ 690’da Rodos’tan gelenlerce kurulmuş. Büyük İskender’in bile büyülendiği, bir kışı burada geçirdiği söyleniyor. Termessos’tan aşağı inip Konyaaltı Plajı üzerinden Kemer istikametine doğru gidin. Ormanların ve yüzlerce turistik tesisin arasından geçip bir saatte Phaselis’te olacaksınız. Deniz ticaret rotaları üzerinde yer alması, üç limana sahip olması ve arkadaki ormanlardan gelen kereste sayesinde tarih boyunca gündemde kaldı. Ama 10 drahmiye vatandaşlık satılması da Phaselislilerin tamahkarlığını tarihe maletmiş. Bu arada Phaselislilerin, Sisoe isimli saç modelleri Hıristiyanlardan çok tepki görmüş. İncil’i karıştırırsanız, “Saçınızı sakın Sisoe modeli taramayın” diye bir ibare bile var! Şehir 1158’de Bizanslılardan Selçuklulara geçince liman olarak önemini yitirmiş. Limanı bugün Kemer’den gelen, vur patlasın, çal oynasın eğlencesiyle meşhur günlük tur teknelerini ağırlıyor. Şehirdeki küçük tiyatronun tam arkasından tüm görkemiyle Tahtalı Dağı yükseliyor ve bir oyun dekoru gibi duruyor. Dağın Phaselis Limanı’ndan manzarası olağanüstü. İsterseniz teleferikle dağa çıkabiliyorsunuz. Bugün dünyanın en büyük film şirketlerinden biri olan Tristar’ın sembolü kanatlı at şeklindeki Pegasus. Yunan mitolojisine göre Phaselis yakınlarında yer alan Olimpos’daki canavar Kimera’yı öldüren Bellerophon isimli kahraman, Pegasus isimli atıyla Tahtalı Dağı’nın üzerinde dolaşırken baş tanrı Zeus’un gazabına uğramış. Phaselis sizi büyülerse sakın şaşırmayın, o bunu yüzlerce yıldır bir alışkanlık haline getirmiş.

False