Yaşlanıyor muyum yoksa olgunlaştım mı?

Birkaç gündür bunu düşünüyorum yani bendeki değişimleri.

Haberin Devamı

Değişim derken yılların üzerime koyduğu kilolar, yüzüme düşürdüğü çizgiler, patlıcandan nefret ederken 30’umdan sonra bir anda patlıcan sevdalısı olmam gibi şeyler değil, bahsettiğim ruhumdaki değişim.

 

Uzun süredir kendime çaktırmadan, kendimi dışarıdan izliyorum. Eskiden şöyle bir olay yaşandığında tepkim ne olurdu, şimdi yaşanınca tepkim ne oluyor, ona bakıyorum.

 

Yıllar önce salya sümük izlediğim bir filmi tekrar koyup seyredince hiç ağlamadığımı görüyorum.

 

Bir zamanlar duyduğumda beni en derin uykumdan bile heyecanla zıplatacak, hoplatacak o şarkıyı teybe takıp tekrar dinlediğimde değil zıplamak, suratımda bir tebessüm, ruhumda bir heyecan hissedemiyorum.

Haberin Devamı

 

Eskiden katıla katıla güldüğüm fıkralar, şimdilerde sadece suratımı ekşitiyor.

 

Eskiden gittiğim, bir sürü anımın olduğu hiçbir mekânın artık benim için yemek, içmek ve düzgün servis dışında bir anlamı yok.

 

Bir zamanlar bir sinek ölüsü için ağlayan ben, bazen haberleri izlerken bile gözyaşı dökemiyorum.

 

Birisinden hastalık haberi geldiğinde eskiden hasta yakınından beter kendini yerlere atıp paralayan ben şimdi artık; “Kader, Allah şifa versin” deyip konuyu beynimin en ulaşamayacağım köşesine sepetliyorum.

 

“Ya hu ben neler yaşadım, bak bu da başıma geldi” diyen eş dost duyunca “Aman bu da ne ki, sen benim yaşadıklarımı bir bilsen” deyip kendime acıma moduna giriyorum.

Yaşlanıyor muyum yoksa olgunlaştım mı

 

Şımarıkları, hadsizleri, densizleri, bir bardak suda fırtına kopartanları artık eskisi gibi tolere edip görmezlikten gelemiyorum. Anında tepki veriyorum, patlıyorum, laf sokuyorum.

Haberin Devamı

 

Ruhumda bir dalaşma, savaşma hali gelişti ama bu iyi bir şey mi bilemiyorum. Ancak ruhum artık daha güçlü onu biliyorum.

 

Bazen yazının başında yazdığım durumların tam terslerini de yaşadığım oluyor.

 

Bir komedi filminde böğürerek ağlayabiliyorum, tek bir sahne beni allak bullak edebiliyor. Hatta bazen tek bir kelime...

 

On kişilik bir masada dinlediğimiz bir fıkrada herkes suratını büzüştürürken ben kahkaha krizine girebiliyorum.

 

“Bir bardak şarap eşliğinde caz dinleyeyim, oh mis” günlerim geçti, rakı içip horon tepesim var şu aralar.

 

Bir tartışma sonrası beş dakika küs kalmaya tahammülsüz olan ben aylarca konuşmasam mıh demiyorum.

 

Yaşlanıyor muyum ya da yaşadıklarım, aldığım dersler, başımdan geçen tecrübeler mi beni olgunlaştırıyor, işte onu da bilemiyorum.

Haberin Devamı

 

Tüm bunları yaşarken bazen düşünüyorum eski Ayşe mi kalsaydı, yoksa yenisinin keyfini mi çıkarayım diye, işte buna da cevap veremiyorum.

 

Bu yazdıklarımın sadece bana ait yaşanmışlıklar olmadığını, hepinizde bunlardan birer parça olduğunu da biliyorum.

 

Acaba bunların sebeplerinden biri de yaşadığımız dünyada eski zamanlara göre daha çok acımasızlık, ayak oyunları, artan hastalıklar, çoğalan savaşlar olması mı? Yani biz artık her gün, her şeyin en kötüsünü göre göre, yaşaya yaşaya acaba nasırlandık mı?

 

Bu aynı şu gibi değil mi? Bizim jenerasyon ve daha öncekiler bilir. Okula gittiğimizde sınıfımızda anası babası boşanmış bir çocuk olduğunda ağzımız açık kalırdı ve durumu kavramakta zorlanırdık. Şimdilerde tam tersi değil mi?

Haberin Devamı

 

Alıştık mı yani her şeye, ondan mı? Kötüyü göre göre alıştık mı? İyi şeyler az kaldığı için en küçük iyi bir şeyi sarılıp içimize sokmak isteği ve sanki bir mucize gerçekleşmiş gibi sevinmemiz de bundan mı?

 

Yaşlandık mı ya da olgunlaştık mı? Desenize şu hayatın içindeki her şey zaten insanı yaşından önce hem yaşlandırıyor hem olgunlaştırıyor, yani ikisi de.

 

NOT: Bana yazsanıza sizler bu konuda neler düşünüyorsunuz, paylaşalım.

 

450 GRAMLIK TEKİLA VE HBS

 

Evet, adı Tekila. Kendisi adından da anlaşıldığı gibi tek şatlık bir oğlan; boyu kutu kola kadar ama cin mi cin. O bir kuçu; cinsi şivava.

 

Yaşadığımız şu kiralık dünyada başımıza her ne gelirse gelsin hala birini sevme ve sevgi vermek isteme hali beni ayakta tutuyor.

Haberin Devamı

 

2 ay önce ana-kız kalktık, gittik bu mini mini Paris Hilton köpeğini aldık. Size şirinliğini anlatamam, ayrıca bu kadar kuçu besledim, hala da beslemekteyim bunun kadar akıllısına hiç rast gelmedim. Daha ilk günden kaka çiş durumunu kendi kendine halletti. Eh gel de sevme şimdi, zaten minicik, dedim ya kutu kola kadar diye.

 

Bağlandık haliyle, bir anda bizim ailenin en minik ferdi oluverdi.

 

Birkaç gün önce kızım okuldayken Tekila kafesinde yanımda uyuyor, ben de internette geziniyordum.

 

Bir anda küt diye bir ses, baktım Tekila kendini oradan oraya atıyor, resmen sanki can çekişiyor. Başladım ağlamaya, aldım Tekila’yı elime, tirtir titriyor zavallım. Gözlerini bir açıyor, bir kapıyor ama kalbi atıyor.

 

Tekila’yı kaptığım gibi en yakın veterinere koştum, bu da benim ikinci kez gecelik üstü montla sokağa kendimi atışımdır.

 

Veteriner; “Ölür” dedi, “gençlik hastalığı”, hemen iğne yaptı kalbi için. Ağlayarak kızımı aradım, o da böğürerek yanıma geldi.

 

“Hadi gidiyoruz” dedim, “aldığımız yere.”

 

Aldığımız yere vardığımızda Tekila ha gitti ha gidecek gibiydi. Haydar Bey ve ekibi bizi zorlukla sakinleştirdi “Durun” dedi, “belki şeker komasıdır.” Minik köpekler sık sık yemezlerse bu tip bir durum yaşanabilirmiş.

 

Doktor Tekila’ya bal verdi; bildiğiniz bal. “Bekleyeceğiz” dedi sonra da o 450 gramlık şeye serum takıldı. Bunlar olurken midemde bir şeyler olmaya başladı.

 

Tekila o gece orada kaldı; “Eğer sabah yaşıyor olursa yırttık sayılır” dedi doktoru.

 

O gece bitmedi, o sabah olmak bilmedi. Benim mide gitti, gazlar bastı, karnım da davul gibi şişti.

 

Sabah mutlu haber geldi; “Şeker komasıymış, Tekila gayet iyi, alabilirsiniz.”

 

Nasıl sevindik tahmin edersiniz. Ben Tekila’yı gaz sancılarım yüzünden almaya gidemedim. Begüm Tekila’yı almaya gitti, ben de kendi doktoruma.

 

“Ölüyorum doktor, bu ne? Hamile gibiyim, tık yok. Ben de ha çatladım, ha çatlayacağım”

 

Bir muayeneden sonra doktor sordu; “Bu ara büyük bir stres yaşadın mı?”

 

Yok, mok derken aklıma Tekila geldi, anlattım. Doktor cevap verdi.

 

“Hah işte, tam tahmin ettiğim gibi, stres kaynaklı hbs”

 

“O ne?”

 

“Huzursuz bağırsak sendromu, korkulacak bir şey yok, şunları içecek ve stresten uzak duracaksın”

 

Neyse rahatlamıştım. Bir an düşündüm, ulen seni gelip bulacak hastalığın adı bile farklı; “huzursuz”, işte aynı senin gibi be Ayşe.

 

Not: Veteriner Hakan Eye ile Vet Plus’tan veteriner Haydar Turan ve ekibine sonsuz teşekkürler.

Yazarın Tüm Yazıları