Yasemin'ce

İnançlar gerçekler düşlerİkilemler içinde yaşayan insan, iyi-kötü, güzel-çirkin, olacak-olmayacak kaygıları içinde cebelleşirken dünyanın sadece iki yüzü olduğunu öğreniyor. Öğrenmekle kalmıyor, hayatını ikili sisteme göre kuruyor. Aslında buna kurmak denemez. Düpedüz ikilikler içinde boğuşuyor, denir.Olmasını istediği ne varsa, ömrünü bunların peşinden koşturarak geçiren insanın ‘‘olmayacak’’ kaygısını azaltan inançları, olup olmayacağı hakkında fikir veren öğrendiği gerçekler ve hayallerinin yaratığı üçlemin içinde bulunduğunu farketmiyor. Evet, insan ikilem değil, bir üçlemin içinde yaşıyor. Üç boyutlu dünyanın üç boyutlu insanı, hayatı iki boyutundan algılayıp düşleri es geçiyor. Çünkü, öğrendikleriyle biliyor, öğrendikleriyle algılıyor, öğrendikleriyle değerlendiriyor. Ve öğrendiklerinin içinde düşlerin önemi yok. Yani pratik hayat için bir değer oluşturmuyor. Halbuki gerçeklerin esas kaynağı düşler. Ama bilmiyor. Gerçek denilen ne varsa, bütün bunların oluşumunda en büyük payın düşlere ait olduğu bilinmiyor. Aslında ‘‘gerçek’’ hakkında da pek bir şey bilindiği söylenemez. Çünkü, insan için, gözleriyle gördüğü, elleriyle dokunduğu, kısaca beş duyusuyla algıladıkları gerçek. Duyu organlarının kendisini yanıltabileceğini hiç hesaba katmıyor. Gerçekler, sadece ve sadece kişinin deneyimleri sonucu elde edilen bilgiler. Ve bu bilgilerin dışında ancak, itibar gösterdiği kişilerin gerçek olarak ileri sürdüklerini kabul gösteriyor. Yani inanıyor. Gerçek olup olmadığını bilmeden inanıyor. Bazen test ediyor. Bazen test etme ihtiyacı duymuyor. Ya da test etme imkanı olamıyor. Ama, inanıyor. Gerçek olduğuna inanıyor. İşte, inançlar... Gerçekler ve inançlar, pratik hayatımızın içinde en büyük ve de en önemli yeri kaplıyor. Ve bunun içinde ‘‘düşler’’e pek yer kalmıyor. Varsa, yoksa, gerçeklerin peşinden koşuyor. Hem de sorgusuz sualsiz. ‘‘Gerçek, gerçektir. Elbette ki, önce sorgulanmış, sonra da kesinlikle gerçekliği tesbit edilmiş olduğuna göre daha sorgulamanın ne alemi var?’’ Şeklinde pek haklı ve yerinde bir soru yöneltebilirsiniz. Fakat, bir şeyin gerçekliğini sorgulamaktan bahsetmiyorum ben. ‘‘Gerçek’’in ne olduğunu sorgulamak, diyorum. GERÇEK NEDİR?Bilim ve teknolojinin ilerlemesi, buluşlar ve ortaya çıkan yepyeni bilgiler, bir zamanların ‘‘gerçek’’lerini değiştirmedi mi? Gerçekliğinden en ufak şüphe duymadığımız bilgilerle dünyaya bakmıyor muyuz? Dünya, bizim gerçeklerimizle, gerçekleşmiyor mu? Elbette ki, sahip olduğumuz bilgilerle dünyayı algılıyoruz, değerlendiriyoruz ve yaşıyoruz. Dünyayı değiştiren bizim bilgilerimiz. Ve gerçeklerimiz değiştiği için dünya değişiyor. Demek ki, ‘‘gerçek’’ sorgulanması gereken bir kavram. Tıpkı inançlar ve düşler gibi. Şimdi diyeceksiniz ki, gerçekliğine inandığımıza göre inançlar da sorgulanmalı. Fakat, düşleri sorgulamak da neyin nesi? Düşler, gerçeklerin sadece gölgesi'' diyebilirsiniz. Ve böylece tıpkı ‘‘gerçek’’ konusunda olduğunuz gibi kocaman bir yanılgı içine düşersiniz. Çünkü, düşler gerçeklerin gölgesi olmayıp düpedüz gerçeklerin yaratıcısıdır. Unutmayın ki, gerçekleştirdiğimiz ne varsa, bunlardan önce düşlerimiz yani hayallerimiz vardı. Bir şeyi önce hayal ederiz. Yapmak istediğimiz ne varsa, ilk önce düşleriz. Sonra hayalimizi gerçekleştirmenin yollarını aramaya başlarız. Bu sırada gerçekleşeceğine kuvvetle inanırız. Bu inanç bizi ilerlediğimiz yolda taşır. Sonra gerçek olduğunu görürüz. Gerçeğin arkasında önce düşler sonra da inançlar vardır. Şayet düşleriniz yoksa, yapacak hiçbir şeyiniz yok demektir. Tabii sadece düşlemekle bir şey olmaz. Gerçek olması için, düşleri besleyen inanca ihtiyaç vardır. Yani, düşlediğiniz, inandığınız bir dünyanın gerçekleriyle karşı karşıya bulunuyorsunuz. Ve herkes, kendi gerçeklerini yaşıyor diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları