Yasemin'ce

Ölüm tecrübesi ve hoşgörüFarklı inançlar, farklı karakterler ve farklı tavırlanışlar içinde bulunan insanların hoşgörü sınırları da farklı. Fakat, hangi kültürden gelirlerse gelsinler, ne çeşit eğitim almış olurlarsa olsunlar konu ölüm tecrübesi olduğu zaman her türlü farklılığın ortadan kalktığını görüyoruz. Ölümle burun buruna gelen kişileri dikkatle incelediğiniz zaman, ölüm sınırına gelmiş olmanın ciddi bir dönüm noktası olduğunu anlıyorsunuz. Ölümün ucundan dönen kişiler, önceden olmadıkları kadar geniş bir hoşgörüyle dünyaya bakmaya başlıyorlar. Katı tutumlarından sıyrılıp çok daha yumuşak bir tavır sergilediklerine şahit oluyorsunuz. Bir zamanlar tanıdığım birinin yaşadığı ölüm deneyini örnek olarak anlatmanın, konunun çok daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağını düşünüyorum. Kahramanımızın ölüm tecrübesinden önceki tavırlarından biraz bahsetmekte yarar var. ‘‘Kişi, son derece gururuna düşkün, yardımsever, iyi niyetli, iyi eğitim almış ve elinden kitap düşürmeyen biridir. En son çıkan kitapları günü gününe takip ettiği için benim en iyi kitap danışmanım olduğunu söyleyebilirim. Özü sözü bir, denilen insanlar vardır ya, tam onlardan. Aklından geçeni, düşüncelerini pat diye yüzünüze hiç düşünmeden söyleyiverir. Kendi doğruları en doğru, gördükleri en gerçek ve hata kabul etmeyen tavırlarıyla başka doğruların olabileceğine ihtimal bile vermeyen davranışlarıyla son derece sert çıkışları olan biriydi. Yüreği sevgi dolu olduğu halde hata olarak nitelediği bir davranış karşısında öyle sert bir tepki gösterirdi ki, karşısındaki zavallı ne yapacağını bilemez hale gelirdi. Ona başka doğrular olabileceği üzerine sohbetler yaptığınız zaman büyük bir sabırla sizi dinler, daha sonra mantık, ahlak ve inançlar üzerine öyle bir söylev çekerdi ki, başka doğruların olabileceği ihtimalini top yekün ortadan kaldırırdı. Yani onunla böylesi bir tartışmaya girmeniz mümkün değildi. Başka ülkelerin, başka inanç ve kültürüne sahip insanların davranışlarından söz açacak olsanız hemen ‘‘Onlar kendi ahlak ve inançları doğrultusunda yaşıyorlar. Onlar adına benim söyleyecek sözüm olamaz. Ben burada yaşıyorum ve burası da böyle’’ deyip haklı görüşlerini sıralamaya başlardı. Onun için belirgin ve sınırlı çizgilerle ayrılmış doğrular vardı. Bu çizginin dışına taşanlarla işi olmadığı gibi birlikte olduğu herkesi de kendi çizgisine çekmeye çalışırdı. Hem de katı bir tutumla. Sonra bir gün beyine giden damarlardan biri tıkandı. Felç olmuştu. Hayata olan bağlılığı mücadele gücü veriyordu. Sonunda iyileşti. Ayağa kalktı. Ve uzun uzun sohbet ettik. ‘‘Ölüyordum’’ dedi. ‘‘Öylesine tuhaf bir algılama içine girdim ki, sana anlatamam.’’ Tuhaf algılamasını anlatmasını istedim. Bütün dikkatimle onu dinliyordum. ‘‘Evdeki insanların bildiğim biçimleri değişmişti sanki. Hareket eden renkli dumanlar şeklinde dalgalanarak gidiyorlardı. Hangi dumanın kime ait olduğunu çıkartamıyordum. Konuşmaları da düzgün cümleler şeklinde değil uzayan ve yankılanan sesler şeklinde algılıyor ve kime ait olduğunu anlayamıyordum. Zamanla kimin kim olduğunu ayırd etmeye başladım. Üstelik kendimi de bildiğimden daha farklı hissediyordum. Kısacası bildiğim ve alıştığım dünyadan başka bir yerde yaşıyormuşum duygusu uyanıyordu.’’Evet, bunlara benzer daha bir çok ayrıntı hakkında uzun uzun sohbet ettik. Onun yaşadığı bu tecrübeden sonra dostumun tamamen değiştiğini anlamışsınızdır. Çünkü, ölüm kalım savaşı verirken algılamasıyla birlikte düşünceleri de değişmişti. Hatta bambaşka biri olup çıkmıştı. Eskiden öylesine katı bir biçimde karşı çıktığı olaylara büyük bir hoşgörüyle bakmaya başlamıştı. Daha da ötesi büyük bir hoşgörüyle davranıyor ve şimdi bildiği doğruların dışında doğrular olabileceğini kabul gösteriyor.Tamamen iyileşip sağlığına kavuştuktan sonra algılaması normale döndüğü halde daha önce keskin çizgilerle belirlediği dünyadan çıkmış durumda. Artık yaşadığı dünyayı daha farklı değerlendiriyor. Tabii buna bağlı olarak daha farklı yaşıyor. Onun bu tavrı hem ilişkilerine hem de yaşam biçimine yansımış durumda. Ben de bunun üzerine oturup düşünüyorum. Acaba, insanların düyaya hoşgörüyle bakabilmeleri için böylesine sert bir tecrübe mi yaşamaları gerekiyor?İlla da ölümle burun buruna mı gelmek gerekiyor, hayatın değerini anlamak için? Yaşamak için, engin bir hoşgörüye ulaşmak için ölümle karşılaşmak şart mı, diye düşünüyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları