Yasemince

Mutsuz prensesin masalı"Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar Diana adında güzel mi güzel, sevimli mi sevimli bir prenses varmış. Yoksulların, yardıma muhtaçların yanında, zorbaların ve kötülüklerin karşısındaymış. Zaten öyle mutsuz öyle mutsuzmuş ki, bütün hayatını kendi gibi mutsuz olanları mutlu etmeye adamış. Zavallıların mutlu olduğunu görerek mutlu olmaya çalışırmış.İyi yürekli, içten ve sıcak davranışlarıyla halkın gönlünde taht kurmuş. Bütün halk bu sevgi dolu prensese tapar olmuş. Taparmış, taparmış ama iyiliğin karşıtı olan kötülük onun da eteğine yapışmış, bırakmaz olmuş. Her dönemde var olan kötü adamlar prensesi de bir türlü rahat bırakmazlarmış. Nereye gitse, ne yapsa takip ediyor, gün yüzü göstermiyorlarmış. İyi yürekli prenses onları da hoş karşılıyor, sesini çıkarmıyormuş. Hatta peşinde dolaşmalarından hoşlanıyormuş gibi davranıyormuş. Ne de olsa bir prenses olduğu için, prenseslere yakışır şekilde davranmasını biliyor ve bu adamların, halkının gözü ve kulağı olduğunu düşünüyormuş. Bu nedenle de onlara iyi davranıyormuş.Davranıyormuş ama günün birinde olanlar olmuş. Peşine düşen bu adamlardan kurtulayım derken Azrail'e yakalanıvermiş. Hem peşinde dolaşanları, hem de bütün halkını büyük bir yasa boğarak bu dünyadan ayrılıvermiş. Masal da burada bitmiş."Aslında masalların sonu hep iyi biter. Prensesler muratlarına erer, masalı dinleyenler de kerevete çıkar. Kötü adamlar, yaptıkları kötülüğün cezasını bulurlar. Fakat, bu masalın adı üzerinde "Mutsuz prensesin masalı." Böylesine mutsuz olan biri için, prenses bile olsa, mutlu bir son tasarlamak mümkün değil. Zaten prensesin kendisi de, kendi için mutlu bir tablo tasarlayamamış ki, ölüp gidivermiş.Prensesin ölmesiyle masalımız burada bitiyor mu?Hayır, bitmiyor. Asıl masal, bundan sonra yazılmaya başlayacak. Mutsuz prensesin hazin sonunu hazırlayanlar belki de masalın baş kahramanları olacaklar. Veee, bir varmış, bir yokmuş, diye başlayan masalımız (Zaten herşeye bir bakıyorsunuz var. Sonra bir daha dönüp baktığınız da yok. Galiba hayatın kendisi bir masal ve herkes kendi masalını yazıyor) şöyle devam edecek; Adına "Paparazzi" denilen, gözünü budaktan sakınmayan foto muhabirleri varmış. Öylesine cesur, öylesine kurnaz, öylesine maharetli ve öylesine işlerine bağlılarmış ki, ölmeye ve öldürmeye hazır bir biçimde gözlerini bile kırpmadan dolaşırlarmış.En usta avcıdan daha avcı, daha hızlı ve daha acımasızlarmış. Ulaşılmaz ya da imkansız diye birşey tanımazlarmış. Bütün dikkatlerini, objektiflerini yönelttikleri avlarına odaklayıp değme nişancıdan daha keskin nişan alırlarmış.En nadide, en kıymetli, ulaşılmaz dağların zirvesinde yetişen, kimsenin görmediği çiçeklere ulaşmayı başarırlarmış. Veee, herkesin merakla beklediği olağanüstü görüntülerle dolu metrelerce filmleriyle geri dönerlermiş. Tabii karşılığında da hak ettikleri büyük ödülü alırlarmış. Ödülleri öyle büyük öyle büyükmüş ki, görenlerin, duyanların kalbi yerinden oynarmış.Eee, kolay değil. Kimsenin yapamadığını yaparsanız, kimsenin kazanamadığı ödülü elbette ki, kazanırsınız. Zaman içinde ödüller giderek daha çekici hale gelmiş. Çünkü insanlar, ulaşılmaz olanı daha çok merak etmeye başlamışlar. Çünkü insanlar, daha çok merak etmeleri gerektiğini anlamışlar. Tabii bunun sonucunda merakın yarattığı bu avcıların sayısı da giderek artmış. Paparazzi adındaki bu görüntü avcılarının becerileri daha da artmış, zekalarının tümünü yaptıkları işte daha da ustalaşmaya yöneltmişler. Artık onlara "İmkansızların fotoğrafçısı" denilebilirmiş. Bir kedi kadar meraklı, kedi kadar çevik ve becerikli olmayı öğrenen imkansızların fotoğrafçısı olan "Paparazzi"ler ne yazık ki, "Merak kediyi öldürür" diyen Çin atasözünden haberleri yokmuş. Hemen burada insanın aklına şöyle bir soru geliyor; Kimin haberi var? Merak kediyi öldürür, diye korkup hiçbir şeyi merak etmeyecek miyiz? Merak etmek, kedinin olduğu kadar bizim de özelliğimiz. Fakat, bu özelliğimizi düşünce gücümüzle birleştirmeliyiz diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları