Yasemince

Çocuk muyuz, yoksa aptal mı?Kaz Dağı'nın eteklerindeyim, şu an... Zamanı ve kimliğimi tamamen kaybetmiş bir haldeyim. Oksijen mi çarptı beni, yoksa tarihin yaşayan hayali mi? Bilmiyorum... Bilmek de istemiyorum. Bilinen tüm bilgilerin sınırlarında dolaşıyorum.Hiç bilmediğim ve ömrümde görmediğim bu yerlerde dolaşırken aniden her şey öylesine bildik, öylesine tanıdık geliyor ki, Paris'in karşısına dikilmiş üç güzelden biriyim sanki.Bulutları yakalamak için birbiriyle yarışan ağaçların arasında yalnız olmadığımı hissediyorum. Farkında olmadan boyut değiştirmiş olabilir miyim diye düşünüyorum. Fakat bu düşünce belirdiği gibi kayboluveriyor zihnimden.Şimdi, yakaladığım anı yaşama zamanı.Gerçekleri ve neler olduğunu düşünerek kaybedilecek zaman yok. Sadece ve sadece şu an var. Ve yaşamak muhteşem bir duygu.Üç bin yıllık, belki de çok daha gerilere uzanan zengin bir geçmişe sahip bu toprakların üzerinde bir kentin uyanışını izliyorum.Kendimi dar bir sokakta insanlarla yürürken buluyorum. Yabancı ve heyecanlı bakışlarım insanların üzerinde dolaşıyor. Ve giderek rahatlıyorum. Çünkü, onlar çok rahat. Telaşsız ve heyecansız yürüyorlar. Ne mutluluk ne de mutsuzluk ifadesi var yüzlerinde... Onların sakin ve dingin hali bana da bulaşıyor. Benimle ilgilenmiyorlar. Beni yabancılamıyorlar. Belli ki, yabancılara alışıklar. Ya da beni fark etmiyorlar.Bir aşk fısıltısı geliyor uzaklardan, dikkat kesiliyorum. Evlerin arasından açıklığa çıkıyorum. Ağaçların dalları mı fısıldıyor bu şarkıyı yoksa yabanıl otların birbirine sürtünmesi mi, anlayamıyorum. Durup daha dikkatli dinliyorum. Rüzgârın bana ulaştırdığı bu sihirli sese doğru sürükleniyorum. İçimde giderek büyüyen bir coşkuyla neredeyse koşuyorum.Birdenbire çıkan rüzgâr da neyin nesi? Şaşırıyorum. Olduğum yerde öylece kalıyorum. Soğuk ve ürpertici rüzgâr, suratımda patlıyor. Az önceki coşkudan eser bile kalmıyor.Aşk şarkısının uğultuya dönüşmesiyle birlikte, yüreğimi daraltan bir gümbürtü duyuyorum. Bilincim değişiyor. Üzerimde uçuşan ipeksi elbisenin yerini kalın kadife pantolon ve hışır hışır bir yağmurluk alıyor. Yer sarsıntısını andıran gürültü bütün ormanı kaplıyor.Kalp atışlarımı beynimde duyuyorum. Korkudan olduğum yerde iyice büzülüyorum. İki zıt duygunun içimde çarpışmasına tanık oluyorum. Biri çılgınlar gibi kaçmak isterken, diğeri büyük bir merakla incelemek istiyor...Ya bu ormanda yaşayan binlerce canlı? Acaba, onlar ne hissediyor? Sonra aklıma, ‘‘Onuncu Kehanet’’ adlı kitabın içinde anlatılan bölüm geliyor. Dehşet duygusu uyandıran uğultunun kaynağını aramaya çıkıyorum.Bu ses, her türlü kötülüğü çağrıştırıyor. Doğanın sesine, yapısına uygun olmayan bir şeyler oluyor. Bu şey, geçmiş ve geleceği tehdit ediyor.Yöre halkının ‘‘Koca Mezarlık’’ diye andığı bu toprakların altında yatan binlerce yıllık geçmişi tehdit ediyor. Vee toprakların üzerinde yaşayan binlerce çeşit canlıyı tehdit ediyor. Bitkisiyle, hayvanıyla ve tüm bu canlıları üzerinde barındıran verimli toprağıyla bütün bu bölgenin yok olacağının mesajını veriyor. Kalbim bu düşünceyle biraz daha sıkışıyor.Adımlarımı sıklaştırıyorum. Ayaklarına kilolarca ağırlıkta gülleler bağlanmış mahkûmlar gibi gidiyorum.Gürültü büyüyor. Ve her şey bitiyor.Ağaçların arasından dev gibi parıldayan, ruhsuz dozerlerin (kepçe) büyük bir şehvetle toprağı kucaklamasını ıstırapla izliyorum.Burası, tarihin sırlarını açmak için sabırla beklediği bir yer. Evrimini sürdüren dünyanın gelişen bitkilerine ışık tutan ilk örneklerini şefkâtle barındırdığı bir yer. Ve, olağanüstü güzellikteki bu yeri, varlığımızı koruduğumuz gibi korumak yerine, altını üstüne getirip yok ediyoruz. Köknar, siklamen ve mevcudu tükenen daha nice nadide bitkiler, yüzyıllık çamlarla birlikte geleceğimizi de yok ediyoruz. Üstelik, atalarımızdan miras kalan zengin geçmişimizi de keşfedemeden, anlayıp öğrenemeden, sahip olamadan aptalca çöpe atıyoruz. Elmasın değerinden anlamayan bir çocuğun taş parçasıyla oynar gibi elmasla oynar gibiyiz.Acaba çocuk muyuz, yoksa aptal mıyız? Bir aptal bile, bizim bu yaptığımızı yapmaz. Bilmediği bir şeyi anlamadan çöpe atmaz.Linyit için vazgeçtiğimiz serveti düşünürseniz, ‘‘Aptallah Padişahı’’na denk bir salaklık içindeyiz diyorum. Yasemin'ce.
Yazarın Tüm Yazıları