Yaşananlar

Dursun GÜNDOĞDU
Haberin Devamı

Çalkaya gerçeği

Eğer, bu Çalkaya'daki yağma ortaya çıkmasaydı, komşu Muratpaşa'yı da talana başlayanlar hızlarını alamayıp havalimanına dayansalardı neler olurdu?..

En basiti, gazetenin birinde şöyle bir haber okuyabilirdiniz;

‘‘Antalya Havalimanı'ndaki aprona, 7 katlı bir kooperatifin temeli atıldı. Tören nedeniyle THY'nin tarifeli bazı seferleri aksadı.’’

Veya, şuna benzer bir tartışma Antalya kamuoyunu günlerce meşgul edebilirdi;

‘‘Pistin ortasına yapılan 15 katlı kooperatif binasının görüş alanını daralttığını söyleyen kule görevlileri eyleme başladı. Kooperatif üyeleri ise kule görevlilerinin pisti görmeleri için perdelerini açık tutacaklarını söyledi?..’’

Gerçekten bunlar olur muydu?..

Burası Türkiye, olmazı olduranlar ülkesi... Onun için bence olurdu...

Çalkaya, aslında, Türkiye'de talanın nasıl yapıldığının basit bir örneği...

Ancak, günlerdir Hürriyet Akdeniz'de yayınlanan talanın iki yönü var. Birbirine karıştırılmaması gereken iyi yönü... Biri, belediye başkanı, mafya ve onlara arka çıkan bazı polis şeflerinin ortaklığı...

Yani; belediyeyi soyup soğana çevirmeleri...

Diğeri ise üç beş kuruşluk tasarruflarını yatırarak ev sahibi olma umuduyla yanıp tutuşanların bu talana alet edilmeleri...

Yani; suça iştirak...

Bazen düşünüyorum. Ve, bunların içinden işçiyi, memuru, öğretmeni, emekliyi, küçük esnafı, dar gelirliyi ayırıp sormak istiyorum; Niçin, herşeyi bilen, hiç bir konuda mangalda kül bırakmayan siyasilerimiz bu talana alet olduklarının farkına varmadı?.. Yok, herşeyi biliyorlardı da, ‘‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’’ mı dediler?.. Bakın, sonuçta dokundu...

Peki, anlı şanlı işadamlarımızın o kooperatif üyeliklerine çok mu ihtiyaçları vardı?.. Bugün, denize nazır villalarda oturan bu işadamları acaba Çalkaya'nın bozkırlarına bakan 90 metrekare, 100 metrekare evlerde mi oturmayı düşlüyorlardı?..

Kurunun yanında, yaşın yanması demek ki böyle oluyor...

Benim tek umudum; işte, bu ayırımın yapılarak, gerçek hak sahiplerinin arazilerine kavuşması, mağdur edilmemeleri...

Plastik cennet

Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu derler ya... Anlatacağım meselede aynen o hesap...

Plastik çiçekler çıktı, çevre bozuldu.... Göz zevki diye birşey kalmadı.

Hele, Antalya gibi bir yerde, evinde, işyerinde plastik çiçek kullananları hiç mi hiç anlamıyorum.

Sadece, ev ve işyeri ile sınırlı değil bu plastik çiçek sevdası... Havalimanına gidin, VIP salonuna bakın, plastik palmiyelerden tutun çiçeğin her türlü versiyonunu bulabilirsiniz.

Hiç yakışıyor mu?..

Evdeki işyerindeki çiçek, doğaya duyduğunuz özlemin bir parçasını yansıtır.

DEFTERDARLIKTA

Ya plastik olanları?..

Onlarda kendi kendimizi kandırmanın bir yolu olmalı?.. Veya, kolaycılığın, tembelliğin bir yansıması...

Geçenlerde defterdarlıktaydım...

Bina dışarından baktığınızda anıt mezar gibi... Ama, içi müthiş güzel... O güzeli yaratan da iç avluda yapılan bahçe... Gerçek çiçekler, gerçek ağaçlardan oluşan bir cennet köşe...

Demek ki, insan isteyince binanın içini bahçe yapabiliyor. İstemeyince, VIP gibi bir salonu cansız, ruhsuz, çiçek demeye bile dilim varmıyor, plastiklerle dolduruyor.

Bir gezi notları yazarının dediği gibi, çit için çakılan kazıkların dahi yeşerdiği, dal budak saldığı bir cennet köşedir Antalya...

Öyleyse, bu cennette plastiğin işi ne?..

Avukat hikayesi

Hikaye bizim Teslime Tosun'dan... Teslime, polis-adliye muhabiri olarak konusuyla ilgili hikaye ve fıkralara meraklıdır. Sanırım, o da bu hikayeyi emekli hakimlerden Muzaffer Şamiloğlu'nun anılarından almış;

Hikaye şu;

Sanığın babası, avukata sorar

- Oğlum kaç yıla mahkum olabilir.

Avukat, üzüntülüdür;

- 5 yıl görünüyor

Baba, iki gözü iki çeşme avukata yalvarmaya başlar;

- Eğer, oğlumu bir yıl ceza ile kurtarırsan sana 10 milyar veririm.

MAHKEMEYE KALSA

Avukat, ‘‘Peki’’ deyip davayı üstlenir. Duruşmalar sonunda babanın dileği gerçekleşir ve delikanlı bir yıl ceza alır. Baba da sözünü tutup 10 milyarı avukata verir. Baba, sevinçle yazıhaneden ayrılır ama avukat üzüntülüdür. Avukata, neden üzüntülü olduğunu soran sekreterine şöyle der;

- Bir daha böyle işe girmem. Oğlanı bir yıla mahkum ettirinceye kadar akla karayı seçtim. Mahkemeye kalsa beraat ettirecekti.

Çamur ve iftira

Mehmet Yönden eski dostum... Şimdilerde, E TV'nin Genel Müdürlüğü koltuğunda oturuyor.

Çalkaya Dosyası'nda adı geçen iki gazeteciden de biri... Dosyada ismi bulunanların açıklamaları arasında onun savunmasını göremeyince telefonla aradım. Eski dost ya... Belki söyleyeceği vardır diye düşünüp iyilik yapayım istedim.

Vay, sen misin arayan... Bir sitem, bin tehdit...

SEN BİTTİN

‘‘Yandın oğlum sen Dursun... Şu andan itibaren, tüm kameraları peşine takıyorum. Nereye gidersen git, seni takip ettireceğim. Tapu kayıtlarını araştırtacağım. Mutlaka bir açığını çıkaracağım. Çamursa çamur, iftira ise iftira... Sen bittin...’’

Daha, ağıza alınmayacak, bu köşeye taşınamayacak bir sürü laf...

Sevgili Mehmet, eğer şaka yapmıyorsa, bundan böyle E TV'nin kameremanlarıyla sıkı fıkı olacağız demektir... Yarın bir gün, sokakta yürürken, yemek yerken, belki de tuvaletten canlı yayın izlemeye hazırlanın...

Şaka bir yana... Sevgili arkadaşım Mehmet; demirden korkan, trene binmez misali, korkacak, gocunacak durumum olsa, bu mesleği yapmam. E TV haber bültenlerini işgal edecek yanlış bir tarafım da yok, olamaz da...

MAL BEYANIMIZ

Eğer, beni haber yaparak ratinginizi yükseltmek istiyorsanız onu bilemem.

Ama, sen ve senin gibilerin şunu bilmenizde fayda görüyorum. Biz Hürriyet yazarları, her yıl mal beyanında bulunuruz. Geçtiğimiz Şubat ayında da aynı şeyi yaptık, neyimiz var, neyimiz yok yazdık, devletin ilgili organlarına teslim ettik.

Haaa, ‘‘Çamur ve iftira’’ da kararlıysanız, buyrun tutmayayım sizi...

Ünlü sözler

‘‘Çok sevenin unutması da çabuk olur’’

Goethe

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları