Yaşama mesaisi

ŞEHİR yaşamı mı körleştiriyor bizi.

O hızlı temposu, zamanı aynı dilimlere bölen yaşama mesaisinin biteviyeliği mi?

Yoksa aradığımız bir şey olmadığı için mi, göremiyoruz.

Bir sokağın yok olması, yıkılan küçük güzel bir evin yerini dev, çirkin bir beton yığınının alması, neden doğal ya da uzak geliyor bize.

Hatırasızlaştırıyor mu bu yaşam bizi.

Yoksa hatıralara gömülüp, nostaljinin, geçmişin labirentinde mi kaybettik gelecek hayallerimizi.

* * *

Yaşamı ıska geçiyor, yaşamıyoruz günü doya doya.

İçimiz hep mi bungun, gözümüz ondan mı perdeli.

Yüreğimiz mi zehirlendi, öfke-nefret bombardımanlarından.

Yüreğimizdeki, yıllardır biriktirdiğimiz görmememiz-yaşamamamız gerekenlerin pası mı.

Pes mi ettik, uyuştu mu dilimiz, hep tek başına kalmaktan.

"Yazık oldu bize" mi demeliyiz, yoksa "Tüh, yazıklar olsun" mu kendimize.

* * *

Belki kalabalık sürüklüyor bizi.

Bir o yana, bir bu yana...

Oysa biliyoruz kalabalığın içinde yaşanan yalnızlığın üretici olmadığını.

Bazen pür yalnızlık gerektiğini.

Bazen yalnızlığı, en yakın iki kişinin bölüşmesi gerektiğini de...

Ama olmuyor.

Kendi dünyamızdaki, evrenimizdeki tek yıldız tv ekranının ışığı.

Tek hikaye o kutunun dikdörtgeninde yaşanlar.

...gündüz insan, gece görüntü kalabalığı.

* * *

Geçiyor yıllar.

Günleri, ayları, yılları birbirine iliştiren ve farklı bir resim ortaya çıkarmayan puzzle gibi.

Puzzle’ın parçaları da biziz, birleştiren de.

Tüketiyoruz yaşamı ve önce kendimizi.

Yeniden üretemiyoruz.

Belki bize yanlış bakılmasından korkuyoruz.

Belki biz yanlış yöne bakıyoruz.

Ve geçiyor zaman.
Yazarın Tüm Yazıları