Yargı sistemi bir ‘koca kulak’ oldu!

ODA TV iddianamesinin ekine, takip edilen suç ile hiç ilgisi olmayan telefon dinleme tutanaklarının konulduğunu Sedat Ergin yazdı.

Üstelik savcılar iddianamelerinde bu konuya özel bir önem verdiklerini belirttikleri halde!
Oysa o tutanakların imha edilmesi gerekiyordu, saklanıp, sonradan da iddianame ekine konması değil!
Savcıların iletişimin tespiti ile ilgili kanun ve yönetmeliği bilmiyor olmaları mümkün mü?
Belli ki bu işi hiç ciddiye almamışlar. Bunu savcılar da ciddiye almıyorsa, vatandaşların kişisel haklarını kim koruyacak?
Bu soruşturmada telefon dinleme tutanaklarının iddianame ekine konulmasından çok daha ciddi bir başka durum var.
Gazeteci Nedim Şener hakkındaki iletişimin takibi ve tespiti izninin alınmasını sağlayan şey bir ihbar mektubu!
Altında doğru dürüst bir imza bile yok, e-posta ile gönderilmiş.
İçi çelişkilerle dolu bir ihbar mektubu bu! Soros ile Ergenekoncuları aynı çuvalın içine tıkan bilgiler içeriyor.
Savcılık, bu mektubu alıyor ve mahkemeden telefonların dinlenmesi için izin istiyor. Yargıç da bu izni hemen veriyor.
Oysa CMK, bu iznin verilebilmesi için özel bir şart koymuş: “Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda!”
Oysa yargıç, önce savcılığa bu ihbar mektubunu neden ciddiye aldığını sormalıydı. Bununla da yetinmeyip, savcılığın bu ihbar mektubunu ciddiye almasına neden olan “somut” delilleri incelemeliydi. “Suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe”nin gerektirdiği ciddiyette deliller ile desteklenmeyen bir arama isteğini de reddetmeliydi.
Ama gördüğünüz gibi bu izin kolayca verilebiliyor.
Buna özen gösterilmediği içindir ki günümüz Türkiye’sinde “telefon dinleme” artık suç takibinin neredeyse tek yolu haline gelmiş bulunuyor.
Bu arada demokratik bir ülkede vatandaşların sahip olmaları gereken temel haklar çiğneniyormuş, kimin umurunda!

Başbakan tartışmaya noktayı koydu

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Makedonya yolculuğundan dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada “gerektiğinde” PKK ve Abdullah Öcalan ile görüşmelerin yine yapılabileceğini söyledi.
“MİT bunun için var” dedi.
Başbakan’ın bu açıklamayı yaparken kullandığı cümleler arasında bir tanesi var ki, “PKK ile hükümet mi görüştü, devlet mi görüştü” tartışmasına ışık tutuyor. Ve bence bu tartışmaya bir nokta da koyuyor.
Başbakan’ın o cümlesi şöyle:
“Hakan Fidan (MİT Müsteşarı) sadece buna değil uluslararası anlamda beni temsil etmesi gereken kritik toplantılarda da görev almıştır.”
Buradan anlamamız gereken şey çok açık: Hakan Fidan, başka toplantılarda olduğu gibi o toplantıda da Başbakan’ı temsilen bulunuyordu!
Başbakan ise biliyoruz ki “hükümeti” temsil ediyor! Demek ki Hakan Fidan o görüşmeyi hükümet adına yaptı!
En başından beri bu tartışmanın esasen anlamsız bir tartışma olduğunu da yazdım.
Siyasi otoritenin emri ve bilgisi dışında böyle bir şeyin yapılmasının demokratik bir ülkede mümkün olamayacağının altını çizdim.
İşaret etmek istediğim konu, siyasi sorumluluk konusudur.
Böyle önemli bir meselede siyasi sorumluluğu üzerine almak istemeyen bir hükümetin ve Başbakan’ın sorunun büyüklüğü ile orantılı kararlar almak ve uygulamak konusunda yeterince güçlü olamayacağı açık.
Ve merak ettiğim husus da bu: Arkasında yüzde 50’lik bir güç olan bir hükümet bile böyle sorumlulukları almaktan kaçınırsa, bu sorun nasıl çözülecek?

Acaba bu yük çok mu ağır geldi?

BAŞBAKAN, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a çok güveniyor ve bunu her fırsatta söylüyor, belli ediyor.
Bir bürokrat olarak Fidan’ın bundan güç alarak zor görevleri yerine getirmek için çok çalıştığı da kuşkusuz.
Ama acaba bu durum bazı görevlerini zamanında tam olarak yerine getirmesine engel mi oluyor diye düşünmeden de edemiyorum.
Hatırlayacaksınız, bir “çete”nin, KPSS sorularını çalıp, Türkiye’nin değişik yerlerindeki belli isimlere servis ettiğinin ortaya çıkmasından sonra da Başbakan, MİT Müsteşarı’nı yanına çağırmış ve “sorumluların tespit edilip, dosyanın da kendisine getirilmesini” istemişti.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da diğer yandan bu soruşturmayı sürdürüyordu.
Aradan bir yıldan fazla zaman geçti hâlâ bu soruları çalan çetenin kimlerden oluştuğunu ve nasıl bir örgüt zinciri içinde soruları belli kişilere servis ettiğini bilmiyoruz.
O sınav iptal edildiği için hakkıyla aldıkları puanlara rağmen işe girme olanağı bulamayan on binlerce gencin varlığı da bir sır değil.
İki olasılık var: Ya savcılık ve MİT bu işin üstesinden gelemedi, soruların servis edildiği kişiler bilindiği halde, soruları çalan çeteye ulaşamadı.
Ya da bir görünmeyen el bu soruşturma ile ilgili her şeyi engelliyor!
“Dünya politika sahnesinin yeni dev aktörü” Türkiye Cumhuriyeti’nin savcıları, polisleri, istihbarat servisi bu suç örgütünü ortaya çıkartamıyorsa, tahmin ettiğimizden daha vahim bir durum da var demektir.
Bu olayın aydınlatılması için bakalım daha ne kadar bekleyeceğiz?
Yazarın Tüm Yazıları