Yargı saygı duyulmayı hak etmeli

DÜN Hürriyet’in sürmanşetinde 1. Balyoz Davası’na bakan mahkeme başkanının tahliye istemlerinin reddi üzerine yazdığı muhalefet şerhini okumuşsunuzdur.

Haberin Devamı

Yargıç “Suç işleyen varsa cezalandırılsın ama adil yargılansın” diyor.
Sadece Balyoz Davası’nda değil, kamuoyunun yakından takip ettiği tüm davalarda sorunumuz da bu zaten.
Savcılar sanıkların lehine olan delilleri toplamıyor, eline geçen bu tür delilleri iddianameye bile koymuyor. Mahkemeler savcılık iddialarını çürüten delilleri dikkate almıyor. Sanıkların kendilerini savunurken söyledikleri de mahkeme heyetlerine belli ki ulaşmıyor bile.
Bu nedenle uzayan tutukluluk durumu da bir cezalandırmaya dönüşüyor.
Bazen şunu düşünüyorum: Acaba mahkeme heyetleri de bu iddianamelerle sanıkların bazılarını mahkûm edemeyeceklerini düşündükleri için mi tutukluluk sürelerinin uzamasına yol veriyor diye!
Kuşkusuz ki Ergenekon Davası da, Balyoz Davası da önemli suçlar ile ilgili ve bu tür suçların cezasız kalması, ülkemizde sağlıklı bir demokrasinin gelişmesinin önündeki engellerden biridir.
Darbe planlayan varsa cezalandırılmalı, buna kuşku yok.
Hükümeti devirmek amacıyla karışıklık yaratmak üzere çeteler kurup insanları öldürenler, topluma korku salmak için planlar ve eylemler yapanlar da cezalandırılmalı.
Ama adil yargılanma hakkını zedeleyen her davranışın önünde sonunda asıl suçluların da cezalandırılmasını engelleyeceği unutulmamalı.
Bu iş kaçınılmaz olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar gidecek ve adil yargılanma hakkının çiğnenmesinin ne tür sonuçlar doğuracağını hepimiz biliyoruz.
Bugün yargıya hâkim olan hava, belki geçici siyasal sonuçlar verecek. Ancak suçun cezasız kalma olasılığı ve masum insanların yok yere yıllarca hapiste kalmaları toplumun adalet duygularını da yerle bir edecek.
Biz sıradan vatandaşların yargıdan başka güvenebileceğimiz bir kurum yok, bunun için yargıya saygı duyuyoruz ama yargı da bu saygıyı hak edecek şekilde tarafsız ve objektif olmalı.

Haberin Devamı

Akademik yıl açıldı ortada ‘akademi’ yok!

TÜRKİYE ’nin 5. teknik üniversitesi Bursa’da kurulmuş, ben dün okuduğum bir haber sayesinde öğrendim.
Bu üniversitenin yeni akademik yıl açılış törenine Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu da katılmış.
Üniversitenin şu anda bir kampusu yok, geçen yıl açılmış. Bursa Büyükşehir Belediyesi bir kültür merkezinde üniversiteye bir yer tahsis etmiş, orada faaliyet gösteriyor.
Törene üniversitenin 78 öğrencisi de katılmış ama bu sayı salonu doldurmaya yetmeyince bazı liselerden “taşımalı öğrenci” getirilerek salon doldurulmuş. Koskoca bakan boş salonlara konuşacak değil ya!
Bir başka “küçük sorun” da üniversitenin akademik kadrosunun, yani hocalarının yeterli sayıda olmaması.
Belli ki salon kalabalığını liseli öğrenci taşıyarak çözen anlayış, bu sorunu da civardaki üniversitelerden hoca taşıyarak çözmeyi planlıyor.
Artık bu şartlar altında ne kadar üniversal bir eğitim sağlanabilir, orasını kestirmek zor.
Bursa’daki teknik üniversite bu durumdaki tek devlet üniversitesi değil.
Türkiye’nin dört bir yanında fiziki koşulları hazırlanmadan, akademik kadroları yeterli hale getirilmeden açılmış onlarca üniversite var.
Çoğu belediyenin ya da özel idarenin kendilerine tahsis ettiği bir yere sığınmış, üniversitede okuyacağım diye heyecanla okula gelen öğrencilere hizmet etmeye çalışıyor.
Bir üniversite eğitiminden söz edebilmek olanaksız, bunlara ancak “yüksek lise” diyebiliriz.
Ama dostlar alışverişte görüyor sonuç olarak. Törenler yapılıyor, akademik yıllar başlıyor ama ortada “akademi” yok!

Haberin Devamı

Her yetkinin bir sınırı vardır

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın mahkeme emriyle yapılan “teknik takiplerden” haberdar olmasının garipliği üzerinde dün durmuştuk.
Bu öyle hafife alınıp geçiştirilebilecek bir durum değil.
İletişimin izlenmesi, temel bir anayasal özgürlüğün bağımsız yargının kararıyla sınırlandırılması demek!
Ve bu kararı talep edenlerin de, bu talebi olumlu bulup izin verenlerin de, savcının adına iletişimi takip edenlerin de bunun bilincinde olmaları gerekiyor.
Başbakan elbette bu ülkenin yöneticisi olarak yetkili bir kişidir ama yetkisinin sınırları vardır.
O sınırların neler olduğunu görmek için de Anayasa’ya ve kanunlara bakmak yeterli.
Ama ortaya çıkıyor ki birileri, Emniyet, MİT ya da savcılar gizli olması gereken bu tutanaklar ile ilgili olarak Başbakan’a bilgi veriyorlar.
Başbakan’ın KPSS’deki kopya skandalı ile ilgili olarak da Emniyet ve MİT’i görevlendirdiğini, bunu yaparken “Dosyayı önce bana getirin” dediğini hatırlayalım.
Oysa o dosya da hazırlık soruşturması olması bakımından gizli olması gereken bir soruşturma dosyasıdır.
Bütün bunlara bakınca “Acaba şike dosyası için harekete geçilmesinin seçim sonrasına bırakılmasının gerisinde de böyle bir durum mu var” sorusu aklıma geliyor.
Başbakan’ın iletişimin izlenmesi ile ilgili dosyalara bu kadar vâkıf olması aslına bakılırsa ciddi bir soruşturmayı da gerektiriyor.
Böyle bir soruşturmanın yapılacağını ummak için de elbette insanın çok saf olması lazım!

Yazarın Tüm Yazıları