Yalçın Bayer: Sınav sistemimiz

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

Yükseköğrenime aday ve istekli gençlerimizin sayısı, yükseköğrenim görmüş insana duyduğumuz ihtiyaç ölçüsünde yüksektir, ama adayların tümünün yükseköğrenim görmesi de mümkün değildir.

Her sistemde olduğu gibi, ÖSS+ÖYS sisteminde de kusurlar vardı, ancak bilgiyi dışlayan, bilenle bilmeyeni ayırmayan, nesnel değerlendirmeyen, dolayısıyla adalet taşımayan bir sistem, olabileceklerin en kötüsüdür.

18 yıl süren çift sınavlı giriş sistemi 1998'de tek sınavlı hale getirildi ve bu sınav ÖSS, ilk kez Haziran 1999'da uygulandı. Sınavlar, bilimsel geçerlilikleri tartışılan genel yetenek ölçümleri, zeká testleri ve anketlerden farklıdır; sınavlar, bilgi ölçer. Bu yıl uygulanan ÖSS'nin ‘bilgiye dayanmayan bir sınav’ olacağı ilgililerce bir yıl boyunca vurgulandı. Daha da ileri gidilerek, aday öğrencilerin hazırlık yapmalarına gerek olmadığı, üniversiteye girişin artık çok kolaylaştığı söylendi, adaylara toz pembe bir tablo sunuldu. Buna karşın uygulanan ÖSS, tüm uzmanların belirttiği gibi, bilgi ağırlıklı bir sınav oldu. Böyle olması da doğaldı. Bilgiye, hazırlanmaya (belki bilinçaltında dershaneye) gereksinim bırakmayan bir ÖSS yapılacak diye kimi okullarda ÖSS müfredatında bulunmayan konuların (edebiyat, türev, integral) bir yana bırakıldığı, sadece ÖSS'ye hazırlık yapıldığı, mayıs başına konulan sınavın devam sorunu yarattığı ve sonraki süreyi anlamsız kıldığı da olumsuz ayrıntılardan birkaçıdır. Sınavı hafife almanın bedelini ‘kaybederek’ ödeyecek öğrenciler ise bir ölçüde aldatılmış olacaklardır.

BASİT SEVİMLİLİK GAYRETLERİ

Öğrencileri ‘‘sınavın kolay olacağı’’ biçiminde yönlendirmek, bilgi edinme külfetinden, dershane masrafından kurtulacakları müjdesiyle mutlu etmek, basit bir sevimlilik gayretidir, kötü bir popülizmdir sadece. Toplumsal yapımızın özelliklerinden kaynaklanan üniversiteye giriş sorunu, geniş kitleleri ilgilendirmektedir. Öğrenciler ve aileleri için önemli bir uğraş, emek, masraf konusudur. Eğitim de sağlık gibidir, bedeli oldukça ağırdır. Birbirini tartan bu iki kefeden biri ihmal edilemez. Özel dershanelerin varlığı, işte bu gerçeklerin ürünüdür.

Dershaneler, ortaöğretim ile yükseköğretim arasında geçişe aracılık eder görünse de gerçekte öğrenciyi üniversite kapısında olunması gereken bilgi düzeyine ulaştıran öğretim kurumlarıdır. Üniversiteye giriş için belli bir bilgi düzeyinin ısrarla gözetilmesi, özel dershaneleri bir yandan zorunlu kılmış, öte yandan da yukarıda sözü edilen uğraşın, emeğin, masrafın sorumlusu gibi görülmeye götürmüştür. Bu çelişki, ‘‘doktoru hastalıkla özdeş görme’’ yanlışlığına benzetilebilir. ‘ÖSS ’99'un çok kolay olacağı, ayrıca hazırlanmaya gerek olmayacağı' telkinlerinin (bilinçli veya bilinçsiz olarak) dershanelere yönelmiş bir tepki olabileceği akla gelmektedir. Üniversiteye giriş ile bilgi arasındaki bağı koparmak veya kopmuş gibi göstermeye çalışmak böyle bir tepkinin ürünü olmamalıdır. Bunu bilim, ülke ve gençlerimiz adına esefle karşılarız, haksızlık sayarız.

SINAV KOLAY DEĞİLDİR

1999'da ÖSS'ye 1.500.000 kadar aday katılmıştır. Bunların ancak 200.000 kadarı bir yükseköğretim programına alınabilecektir. Gönlünde yatan (yani çok istediği) okullara girebileceklerin sayısı ise 10.000'in de altındadır. Üstelik bu sayılar ve oran kolay kolay değişecek gibi görünmemektedir. Üniversite sayısını hızla artırmaya yönelik ‘‘çok üniversite’’ çözümü elbette bu oranı değiştirir ve üniversiteye giriş sorununu ortadan kaldırır, ama ortada ‘‘yükseköğrenim’’ de kalmaz. Sınava girecek ve üniversiteye alınacak öğrencilerin oranı belli iken sınavın kolay olması matematiksel olarak mümkün değildir! Belli sayıda aday kazanacak, daha başarısız olan belli oranda aday ise kaybedecektir. Bu durumda ‘‘kolaylık’’ nasıl oluşabilir? Hele başarı ölçüsü bilgi ise!

Artık, üniversiteye girişte bir de okul başarısının katkısı var. Adayın ortaöğretimdeki başarısı (ki bunun ölçüsü de bilgidir) ÖSS başarısına (belli ölçülerde) katılıp sonuç saptanacaktır. ÖSS soruları ne kadar kolaylaşırsa, adayın başarısı da o kadar ince hesaplara, nüanslara dayanacak ve dar alanda belirlenecektir. Mesela, 1 puan aralığına binlerce öğrenci girebilecektir. Bu durumda okul başarısı belirleyici olmakta ve dolayısıyla ön plana çıkmaktadır. Buna elbette kimsenin itirazı olamaz, ama tam bu noktada şu soru akla takılmaktadır: Okul başarıları gerçekten nesnel ölçülmüş olacak mıdır? Karne notlarının doğru ve nesnel olduğu, iyi niyetli bir varsayımdır sadece. Tüm öğrenciler için geçerli ve eşit ölçülere uyulmadığı, nesnel ve adil olmayan saptamalara gidildiği takdirde ortaya çözülmez yumaklar çıkacaktır. Gençlerimizin eğitime, bilime, adalete, topluma güveni yok olacaktır. Bu kötü olasılığı düşünmek bile istemeyiz. Memur alımlarında (bile demiyorum, önemlidir) ÖSYM'nin sınavını kaçınılmaz bulan anlayış, akademik bir ortama geçişte bilimi, bilgiyi, bilmenin üstünlüğünü, adil bir sınavı (umarız) dışlamayacaktır.

Adayların gireceği yerler ve açıkta kalan adaylar yaz sonunda açıklandığında bugünkü sistem ciddi biçimde tartışılacaktır, bundan eminiz. Dileğimiz odur ki, tartışılan bilginin yeri, değeri, önemi, gereği olmasın, asla!

EROL ALTACA (Eğitimci)



Yazarın Tüm Yazıları