Yalçın Bayer: Savcılar ‘daktilograf’ yargıçlar ‘kátip’ oldu

Yalçın BAYER
Haberin Devamı

Son günlerde bizzat tanık olduğum bazı eksiklikler karşısında, bizi yönetenlerin artık hesap verme derecesinde kusurlu olduklarına kanaat getirdim. 33 yıldır İstanbul Barosu'na kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktayım. Bir iki konuyu kısaca duyurmak istiyorum.

Cezaevlerinin ne durumda olduğunu Türkiye'de yaşayan herkes biliyor. Yıllardır ihmal edile edile cezaevleri bu hale geldi. Düzeltme çaresini herkes biliyor, fakat parasızlıktan dolayı sorunun çözülemediği söyleniyor. Binlerce yargı kadroları boş olarak duruyor. Neden bunlar doldurulmuyor? Yüzlerce genç hukukçu işsiz dolaşıyor. Bunlardan yararlanılarak kısa bir yargıç eğitimi verildikten sonra boş kadrolar doldurulabilir. Şimdi ise adliyelerde başka bir sorun ortaya çıktı. Adliye kalemlerinde kátip yokluğu başladı. Memur eksikliği var. Daktilo yazacak memur olmadığı için daktilonun başına geçip bizzat yazıları yazan savcı gördüm. Memur olmadığı için mahkemenin tebligat zarflarını hákim odasında hazırlayan yargıçlar var. Bu kadar işsizi olan bir ülkede daktilo bilen eleman bulmak bu kadar zor mudur?

Bazı adliyelerde dava dosyaları koridorlara serilmiş toz toprak içinde; ele alınıp okunması imkánsız.

Yargının acil ihtiyaçları konusunda tam bir vurdumduymazlık var. Hortumlanan bankalara aktarılan paranın yarısı adalet hizmetlerine verilecek olursa bu ihtiyaçların tümü karşılanabilir.

Lütfen sorunlara acele çözüm bulunsun. Yargı elden gidiyor. Üyesi olduğum İstanbul Barosu yönetimi de bu sorunları ilgililere duyursun. İdeoloji peşinde koşup yargının sorunlarını ikinci plana atmasın. Siyasiler yargının oy getirmeyeceğini var sayıyorlarsa aldanıyorlar. Çünkü ülkede adalet hizmetleri yerine getirilip adalet dağıtılırsa, bunu yapanlar halkın oyunu alacaktır, başta adelet mensupları bunlara oy verecektir.

Av. Muharrem KEÇELİ-İSTANBUL

6500 KADRONUN 3500'Ü VERİLDİ

(Adalet Bakanlığı'nın yaşadığı sıkıntıları, bir süre önce diğer meslektaşlarımız gibi Bakan Prof. Hikmet Sami Türk'ten dinledik. En büyük sorun kadro sıkıntısı... Emeklilik ya da istifa gibi nedenlerle hákim ve savcılar meslekten kaçıyor. Yeni yerleşim yerlerine siyasiler mahkeme açılmasını istiyor. Genel bütçe içindeki binde 7'lik payla Adalet Bakanlığı, ancak 8.800 hákim ve savcı ile 30 bin kátip ve odacıya maaş, yeni cezaevlerine kaynak aktarabiliyor. Bakanlık 6.500 kadro istiyor, ancak 3500'ü verilebiliyor. Sorunlar çığ gibi büyüyor. Bu koşullarda, yargıya mafyanın eli uzanmaz mı?)

Yazıklar olsun!

CÜPPELİ Ahmet Hoca adında kara cahil bir adam, şeriatı kendine göre ve yalan yanlış halka anlatıp onları zehirliyor, 'dolar bazında' para toplayıp sömürüyor ve cihada kışkırtıyor.

Yıllardır süren bu karanlık oyun karşısında dinimizin kurum ve kurallarını halka anlatmakla görevli Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan ses yok! Devletten maaş alan cami hocalarından ve vaizlerinden ses yok! Müftülerden ses yok!

Dini eğitimin çağdaşlaştırılması amacıyla kurulmuş ilahiyat fakülteleri öğretim üyelerinden ses yok.

Son yüce dini anlamak ve anlatmak Cüppeli Ahmet Hoca'lara mı bırakıldı.

Yazıklar olsun.

Prof. Vural SAVAŞ-Mustafa Kemal Derneği Akademik Konsey 2. Başkanı

'NE zaman adam oluruz?' Kendini savunma hakkına sahip olamayan insanları eleştirirken, eleştirinin dozunu fazla kaçırdığımız zaman.

Haluk SEMERCİ-NEW YORK

PAMUKKALE Turizm'e; (31.1.2000, Harem-İzmir 13.00 otobüsü, 35 YP 007). Bazı elemanlarınızca yolculara karşı ne kadar sorumsuzca davranıldığına tanık olduk. Yaşlı, hasta, parasız yolcuların başlarına neler gelebileceğini düşünmek bile istemiyorum.

Cihan AKTAŞ-İZMİR

Bir albaydan

bir albaya

MESAJ Panosu'nda (1.2.2000) Emekli Albay Tayyar Altun'un tarikatları ve şeyhleri savunmaya yönelik satırları büyük tepki gördü. Bunlardan ortak sayılabilecek bir eleştiri, Ankara'dan Emekli Deniz Albay Yüksel Gürkan'dan geldi:

‘‘Hayret ve esefle okudum. Özellikle mesleği nedeniyle 1925 yılında çıkarılan 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin kapatıldığını, tarikatların yasaklandığını, 'şeyhlik, babalık, dervişlik, müritlik, seyitlik, halifelik, çelebilik' gibi unvanların kullanılmasına son verildiğini çok iyi bilmesi gereken bu zatın, hálá tarikatları veya Fethullah Hoca ve benzeri kişilerin düşünce eylemlerini destekleyen veya hoşgörüyle karşılayan herkesin, Büyük Atatürk'ün 1930 yılında laiklik konusunda belirttiği görüşleri (Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler- Afet İnan, 1959, Türk Tarih Kurumu yayınları) okumalarını ve gericiliğe, irticaya karşı olmanın, din düşmanlığı olmadığını anlamaya çalışmalarını tavsiye ederim.’’

‘Kapalı’ açıklama

ALAŞEHİR, Uluderbent Esnaf ve Sanatkárları Kredi ve Kefalet Kooperatifi Başkanı Hüseyin Gezgin'e, Ali Eroğlu adlı kooperatif üyesi ‘‘Yolsuzluk ve haksızlık yapılıyor; 60 esnaftan 42'si şikáyet dilekçesi verdi. Müfettiş inceleme yaptı, raporu 5 aydır işleme konmadı, sumen altı edildi. Sonra dünyanın neresinde 2500 nüfuslu bir kasabada 160 esnaf bulunur?’’ demişti.

Ama bakın Hüseyin Gezgin'in 'Kooperatifçinin Cinliği' (21.1.2000) başlıklı yazıya gönderdiği yanıta:

‘‘Şahsıma yönelik suçlamalar tamamen yalan ve iftiradır. Haber kaynağı olan Ali Eroğlu, başkanı olduğum kooperatifin, borcu batık bir ortağıdır. Borçlarını ödemediği için hakkında icra takibatı devam etmektedir. Kooperatife kredi için müracaat eden her ortağa yasal şartları mevcutsa ve banka plasmanı da varsa hemen kredi vermekteyiz. Bu da başkan olarak benim kararımla değil, kooperatif yönetim kurulu kararıyla olmaktadır. Ancak borcunu ödemeyen ortaklara yönetim kurulu olarak kredi vermemiz zaten mümkün değildir. Kooperatifi yaşatmak için canla başla çalışırken siz de bunları yayınlıyorsunuz.’’

Yayınlıyoruz... Çünkü siz ve arkadaşlarınız hakkında Türkiye Esnaf ve Sanatkárları Kredi ve Kefalet Kooperatifler Birliği müfettişlerince Alaşehir C.Savcılığı'na yapılmış suç duyurusu var. Sanayi ve Ticaret Bakanı A. Kenan Tanrıkulu'nun, konuyu gündeme getirdiğimiz için bize teşekkür yazısı var.

Basının görevi

KONYA'daki son duruşmada eşim, jandarma eşliğinde salondan çıkarken bir müdahil üzerine doğru atıldı. Jandarmalar anında müdahale etti. Bu arada medya görevlileri, grup halindeki müdahilleri 'Yüksek sesle bağırın' diyerek kışkırttı. Eşim çoktan uzaklaştırılmış olduğu halde sanki oradaymış ve müdahiller ona saldırıyormuş gibi ekranlara 'Veli Göçer linçten zor kurtuldu' diye yansıtıldı. Medyanın görevi, olayı yönlendirmek mi? Deprem sonrasında sadece eşim ve ortağı tutuklandı. Peki, diğer yetkililer, müteahhitler emlakçılar, belediye görevlileri neredeler? Kimse bunu sormuyor.

Şükriye GÖÇER

İSTANBUL

Yazarın Tüm Yazıları