’Yalan reklam’ tartışması!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, CHP’nin gazetelerde yayımlanan reklamlarının bazılarında yer alan görüntülerin gerçekle uyuşmuyor olmasını eleştirdi.

Önceki gün yayımlanan ilanda "Yalanını da al git" başlığı altında iflas etmiş gibi görünen bazı dükkánlar yer alıyordu.

Başbakan ve AKP çevreleri, bu dükkánların halen faal olduğunu ileri sürerek, ilanın "yalan" olduğuna dikkat çekiyorlar.

Önce şunu belirteyim: Bu seçim döneminin en başarılı iki kampanyasından birini CHP, diğerini AKP yapıyor.

Kolayca fark edilebilen, ne dediği son derece açık, amaca yönelik ve kreatif olarak da başarılı, çekici reklamlar bunlar.

Ancak CHP reklamında kullanılan fotoğrafın gerçekte var olmadığını söyleyerek "yalan" suçlamasında bulunmak için de insanın reklamcılık konusunda biraz bilgisiz olması gerekiyor.

O ilanda yayımlanan fotoğraf bir stüdyoda da çekilebilirdi. Reklamcıların bunu yapmak yerine daha gerçek bir görüntü elde edebilmek için gerçek mekánlar kullanması ilanda sözü edilen konunun "yalan" olduğu sonucunu doğurmaz.

"Yanıltıcı-yalan reklam", ilanda sözü edilen konunun gerçek olup olmadığı ile ilgilidir ki geçtiğimiz 5 sene zarfında sayısız küçük esnafın dükkánını kapatıp gittiği bir sır değil. Esnaf Odaları kayıtlarında bunların izi kolayca bulunabilir.

Öte yandan CHP’nin ilanları için "yalan" suçlamasında bulunan AKP’nin kampanyası da "testimonyal" denilen bir yöntemi kullanıyor.

O reklamlarda yer alan kişilerin de hiçbirisi "gerçek" değil. Bir kast ajansından seçilmiş yüzler var ilanlarda. "O ilanlarda yer alan yüzlerin sahipleri gerçekte böyle mi söylediler, gerçekten oylarını AKP’ye mi verecekler" diye soru sormak da kimsenin aklına gelmemeli.

Çünkü bunun bir ilan olduğunu biliyoruz ve onlar değilse bile AKP’ye oy verecek başka gerçek kişiler aynı sözleri söyleyebilirler.

Dolayısıyla bu seçim döneminin en saçma tartışmasını da son hafta yaşamış oluyoruz gibi geliyor bana!

AKP ve tarihe saygı meselesi!

KONU partilerin seçim kampanyasından açılmışken üzerinde durmak istediğim bir husus daha var:

Seçim dönemi boyunca AKP’nin kamu olanaklarını kullanarak kampanyasını yürüttüğü ile ilgili çok yazı yazıldı, konuşmalar yapıldı ama bu konu kimsenin dikkatini çekmedi.

İstanbul surlarının en görkemli bölümü Ayvansaray’da yer alıyor.

Kara surlarının Haliç ile buluştuğu bölümde AKP tarafından dev bir afiş asılmış.

1400 yıllık surları, parti tanıtım pankartlarının asılacağı bir "billboard" olarak kullanmak, ancak tarihe saygısızlık ve tarihi eserlerin değerini bilmemekle açıklanabilir.

Aynı şekilde Unkapanı’nda restorasyon görmekte olan Zeyrek Sarnıcı’nın önüne de Recep Tayyip Erdoğan’ın dev bir resmi yerleştirilmiş durumda.

Oysa Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun, bu tür uygulamaları engelleyen bir ilke kararı var. Yüksek Kurul’un, 665 numaralı ve 5.11.1999 tarihli kararı, "Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarında her türlü görüntü kirliliğine yol açan müdahaleleri" yasaklıyor.

Diyeceksiniz ki "AKP bu yasakları takar mı?" Haklısınız.

AKP’ye yakın kişilerin sahibi olduğu, yapımı süren bir sitede de AKP’nin dev pankartları var.

Bu sitenin yapıldığı bölge ve civarı üç yıl öncesine kadar sit alanıydı. İçinde Mimar Sinan’a ait bir su kemeri olduğu için!

AKP’nin pankartları o site inşaatına "Mimar Sinan’a nanik yapmak" amacıyla mı asıldı dersiniz?

Geç kalan adalet adalet değildir

İSPANYA’nın Pamplona kentinde her yıl düzenlenen Aziz Fermin Festivali’ni bilmeyen az sayıda kişi vardır.

Sokaklar boyunca azgın boğaların önünde koşan, boğaların ayakları altında ezilen insanların görüntüleri her yıl televizyonlarda, gazetelerde yer alır.

Bu sene 10 Temmuz’da yapılan "koşu" ilginç bir olaya sahne oldu.

Gazetelerde yayımlanan fotoğraflarda babası ile birlikte azgın boğaların önünde koşan bir erkek çocuk dikkati çekti.

Çocuğun annesi hemen mahkemeye başvurdu. Mahkeme "çocuğun yaşamını sorumsuzca tehlikeye attığı için" velayetin babadan alınmasına karar verdi.

Ve bütün bunlar sadece beş iş günü içinde olup bitti!

"Geç kalan adaletin adalet sayılmayacağı" gerçeğinin çarpıcı bir örneği diye düşünüyorum.

Aynı dava bizde açılsaydı süreç en azından bir iki yıl sürer, bu arada çocuk da çoktan 18 yaşını doldurmuş olurdu!

O süre içinde çocuğun başına başka neler gelebilirdi, artık orasını sadece Tanrı bilirdi!
Yazarın Tüm Yazıları