Woody, yine mi sen!

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Bu köşeyi Amerika günlerimden bu yana okumakta olan bahtsızlar benimle Woody Allen arasında tuhaf bir duygu bağı olduğunu herhalde seziyorlardır.

Şöyle ki; ona hem acıyorum. hem de hayranım.

Acıyorum, çünkü o benden bile çirkin olabilmeyi başarmış durumda.

Hayranım, çünkü benim zekâ düzeyime yaklaşmayı başarabilen ender insanlardan bir tanesidir kendisi.

Onunla kurmuş olduğum bu özel ilişkiyi yıllar önce, daha ben Amerika'dan haftalık yazılar yazmaktayken bazı okuyucularım tespit etmişlerdi.

Yazılarımın üslubunun Woody Allen'ınkilere benzemesinden yola çıkarak benim de ona karakter olarak benzediğimi öne sürmüşlerdi.

O gün onlara vermiş olduğum cevap aynen geçerli olduğundan bunu tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum:

Evet, benim Woody Allen gibi olmama imkân yok, çünkü:

1- Onun kadar çirkin değilim.

2- Çocuklardan katiyen hoşlanmam.

3- Mia Farrow gibi durmadan çeşitli ülkelerden eve çocuklar getiren, bunların hepsini seven ve de üstelik bunların benim tarafımdan sevilmesini de bekleyen, dahası sürekli acı çeken surat ifadeli bir kadınla birlikte kesinlikle yaşayamam.

4- Önümdeki alternatif Sun Yi adlı raşitik kızla birlikte yaşamaksa eğer o zaman Mia Farrow ile hayat boyu birlikte kalmayı tercih ederim.

5- Üstelik Yahudi de değilim.

***

Bütün bunlara rağmen Woody Allen ile kurmuş olduğum sevgi/nefret ikilemli ilişki hayatım boyunca ince bir sızı gibi sürdü.

Zaman zaman onu hatırlamaz gibi yapsam da özellikle seksüel konular aklıma gelince tabii ki onu hatırladım.

‘‘Annie Hall’’ filmindeki sahne kadın-erkek cinselliği üzerine yapılmış en komik tespitti bence.

Hatırlayın bakalım sahneyi: Diane Keaton çırılçıplak yatakta oturuyor ve Woody Allen'a bakıyor.

Woddy Allen'ın suratında matematik dersinde kopya çekerken yakalanmış minik bir çocuğun ifadesi var.

Dokunsanız hüngür hüngür ağlayacak.

İkisinin de birbirlerine bakışlarından, kısa bir süre önce bunların sevişmeye çalıştıklarını ama Woody Allen'ın YİNE başarılı olamadığını anlıyorsunuz.

Diane, bu durumdaki hemen her kadının insanı sinir etmek için yaptığı gibi son derece anlayışlı ifadelerle Woody'e bakmaktadır.

Woody ise konuşacak laf bulmakta zorlanmakta, anlamsız şeyler mırıldanmaktadır.

Ve birden biraz önce gitmiş olduğu tuvalette muslukta akan suyun kötü rengi aklına gelir.

Sonra da Diane Keaton'a New York'taki su kalitesinin düşmesinin nedenleri ve bunun global anlamı üzerine uzun ve son derece anlamsız bir söylev vermeye başlar.

***

‘Beynim: En çok önem verdiğim vücut organlarım listesinde ikinci sırada yer alan organın adı’ tanımlamasını yapmış olan, ‘Seks kötü, pis bir şey midir?’ sorusuna ‘Evet, doğru dürüst yapıldığı takdirde kesinlikle öyledir’ cevabını veren Woody yıllar boyunca benim aklımda ‘‘Bananas’’ filmindeki o sahneyle kaldı.

O filmde Woody Latin Amerikalı beceriksiz bir gerilladır.

Bin kişilik gerilla ordusuna yiyecek bulmak için görevlendirildiği zaman MacDonald's'a girip, 2 bin big Mac, bin kola, bin patates kızartması siparişini vermekten başka alternatifi aklına getiremeyecek kadar da yaratıcılıktan uzaktır üstelik.

İşte Woody bir gün devriye gezerken karşıdan hükümet askerlerinin arabasının geldiğini görür.

Hemen yandaki çalıların arkasına girip saklanır.

Kamuflajı da harikadır.

Öylesine harikadır ki tuvalet molası vermek için çalının yanı başına kadar gelen askerler onun varlığından katiyen haberdar olamazlar.

Ve ölmemek için sessiz durmak zorunda olan Woody'nın suratına sırayla bir güzel işerler.

***

Woody Allen bu filmdeki sahnede tanımladığı gibi yaşadı.

Hayatı boyunca hep olaydan, insanlardan kaçtı.

Paranoyalarını tek başına yaşamaya çalıştı.

Ama bela hep onu buldu.

‘‘Ölmekten kesinlikle korkmuyorum. Sadece bu gerçekleştiği zaman orada bulunmak istemiyorum’’ diye tanımladığı ölüm korkusu yakasını hiç bırakmadı.

Kendisi hakkında bütün söylediklerine rağmen o katiyen zayıf karakterli bir adam değildi.

Zekâsı ve entelektüelizmi sağlam olan bütün insanlarda olduğu gibi o aslında son derece sağlam bir ruh haline sahipti.

Bu nedenle de toplumsal yargılara katiyen aldırış etmeden, hep bildiğini okudu.

***

Kendisiyle acımasızca alay etmekten keyif alabilen bir insan bence dünyanın en sağlam karakterli insanıdır.

Woody Allen'dan aldığımı düşündüğüm ve hâlâ almayı sürdürdüğüm ders budur benim için.

Onu şu aralar yine hatırladım, çünkü 23 yıl önce yapılmış olan ve bugüne kadar gizli kalan bir filmi yeni ortaya çıktı.

23 dakikalık bu kısa filmde, o zamanlar ABD Başkanı olan Richard Nixon alaya alınıyormuş.

Ben bazen hayal kurmak için küçük kartlara New York'a tekrar gittiğimde yapacağım şeyleri yazarım.

Bu filmi listemin başına koydum.

Son sözü tekrar Woody'e bırakıyorum: ‘‘Hayatta beni üzen tek şey başka bir insan olmayışımdır.’’

Yazarın Tüm Yazıları