Washington ile “normalleşme”ye doğru…

Şunun şurası 72 saat önce Başbakan Tayyip Erdoğan, Beyaz Saray’da Barack Obama’nın karşısına oturmuş olacak.

Washington’da gerçekleşen her Türkiye-ABD teması, özellikle Türkiye’nin yakın geleceğinin nasıl şekilleneceğine ışık tutar ya da Türkiye’de özellikle öyle algılanır.
Bu seferki en üst düzey Türkiye-ABD görüşmesini diğerlerinden farklı ve ilginç kılan yönler var. Hiçbir vakit, Türkiye’nin lideri Beyaz Saray’a Amerikan Başkanı’nın Türkiye’ye yaptığı ziyaretten birkaç ay sonra gitmemişti. Üstelik Tayyip Erdoğan, Obama ile Nisan’da bir Amerikan Başkanı (ve Türkiye için) açısından bir “ilk” olan ikili düzeydeki ilk denizaşırı ziyaretini Türkiye’ye yapmış olmasından sonra Eylül’de iki kez New York ve Pittsburgh’ta görüşmüşlerdi. 2009 sona ermeden, bu kez ikili düzeyde bir resmi ziyaretin Washington’a taşınması da ikili ilişkiler açısından bir “ilk”.
Bu, dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın Washington ziyaretini “tarihi” mi kılıyor?
Pek sayılmaz. Tersine, “rutin” kılıyor bile denebilir. Çünkü, iki ülke ilişkilerinde dünyadakine paralel bir “yapısal” değişme söz konusu ve bu “yapısal” değişme, daha ziyade Türkiye’nin uluslararası politikadaki “kimliği”ndeki değişme ile de ilgili.
“Sistem”de öyle bir “yapısal” değişme meydana geldi ki, bundan önce olduğu gibi Türkiye’nin siyasi lideri Washington’a kendi bekası ve ülkesinin ulusal çıkarını gözetecek olan bir “talepler listesi” ile gitmiyor.
ABD Başkanı da Türkiye’ye bir “talepler listesi” sunacak ve yerine gelmediği takdirde bir şekilde Türkiye’yi “cezalandıracak” ve Türkiye’deki hükümetin ömrünü kısaltacak araçları kullanacak durumda değil.
Bu ziyaret, daha ziyade, iki müttefik ülkenin, çıkarlarının kesiştiği ve çakıştığı “geniş jeopolitik alan”da işbirliklerini yeniden nasıl tanımlayacakları türden bir ziyaret olacak.
“ABD ne istedi, Türkiye ne taviz verdi?” cinsinden alışılagelmiş aşağılık komplekslerinin yansıtılacağı veya yine aynı duygu ikliminden kaynaklanan “Çok başarılı bir ziyaret oldu. Obama, Türkiye’nin ‘stratejik ortak’ olduğunu güçlü biçimde teyit etti” gibisinden şişinmelere zemin teşkil edecek bir ziyaret olmayacak.
***                   ***               ***
Tayyip Erdoğan’ın ziyaretinin Obama’nın uzun süredir beklenen “Afganistan stratejisi”ni açıklamasının hemen ardına denk gelmesi, Beyaz Saray’da Afganistan’da askeri katkıyı arttırmak konusunun gündemin üzerinde, masaya geleceğini tahmin etmek için kâhin olmayı gerektirmiyor.
Elbette ki, “Afganistan dosyası” ön plânda yer alacak. Obama, her yönden şiddetli eleştirilerin hedefi olan bir “Afganistan stratejisi” açıkladı. Buna göre, sayıları zaten 34 bin olan Amerikan askerlerinin sayısına 30 bin daha ilâve edilecek ve toplam NATO askerinin sayısının 100 bine çıkartılması öngörülüyor. 5000 askerlik daha NATO katkısı gündemde ve bu çerçevede Türk asker sayısının artması da Obama’nın talepleri arasında.
Afganistan’daki Türk askerleri “muharip” görevler üstlenmemek, buna karşılık Afganistan’ın yeniden inşasına katkıda bulunmak gibi bir “ilke kararı”yla oradalar. Türkiye’nin Afganistan’daki prestijini yerinde ve bu yıl içinde iki kez gören ve tanık olan birisi olarak, bu “ilke”nin Beyaz Saray’da terk edileceğini düşünmem için hiçbir gerekçe yok.
Ara yol, Türkiye’nin asker sayısını arttırmak ama “muharip” görev üstlenmeyecek yani Kandahar ve Helmand gibi Taliban etkisindeki iki güney vilayetinde savaşa girmemek şeklinde bir formülde bulunabilir.
Kaldı ki, Obama’nın yaklaşık 40 yıl önce Nixon’un felâketle sonuçlanan Vietnam, selefi George W.Bush’un ise görece başarı sağlamış son dönem Irak stratejisini akıllara getiren “Afganistan stratejisi”, Taliban’ı sınırlamak ve El-Kaide’yi Afganistan-Pakistan sınırında cepler halinde kıstırmak gibi bir sonuç verirse, -ki vermesi de mümkün- Amerikan politikasının esas ağırlığını Pakistan üzerinde odaklama ihtimali de bulunuyor. Afganistan-Pakistan ekseni, Türkiye’nin ABD’ye yapılması gerekenler konusunda en fazla “görüş açısı” sağlayabileceği konuların başında geliyor.
Yani?
Yanisi şu: Afganistan ve askeri katkıyı arttırma konusu, sanıldığı gibi, Obama-Erdoğan görüşmesinde bir “sorunlu” alan oluşturmak bir yana, anlamlı bir işbirliğine zemin bile oluşturacak nitelikte.
Aynı şekilde, taraflar arasında bir “çıban başı” olacakmış gibi sunulan İran konusunun da pek öyle olmayacağını anlamakta yarar var. Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın kullandığı dilde Amerikalıları (daha ziyade İsraillileri) irkilten “uslûp” bir yana, İran’ın nükleer programının nükleer silahlanmaya dönüşmemesi konusunda Obama’dan farklı düşünmüyor. Obama da her şeye rağmen, İran ile ihtilafı savaş dışı yollarla çözmeye çalışmayı “öncelik” olarak görüyor ve bu temel politik tavrından vazgeçmiş değil.
Dolayısıyla, Türkiye’nin, İran’a ilişkin “ 5+1” girişimine paralel ve onu tamamlayıcı bir rol oynamasına, Obama’nın “özde” bir itirazı olamaz. Beyaz Saray görüşmesi, bu konunun “ince ayarı”nın karşılıklı yapılması bakımından bir fırsat.
Irak ve özellikle kuzeyi ise, iki ülke arasında pozisyonların ve çıkarların örtüştüğü bir konu başlıklarını ve alanı ifade ediyor.
Geriye ne kalıyor?
Ermenistan ile imzalanan protokollerin uygulamaya geçirilmesi yani “normalleşme” adımlarının atılması. Minsk Grubu’nun eşbaşkanı olarak ABD, Karabağ’a ilişkin olarak –Rusya ile birlikte- Azerbaycan ve Ermenistan üzerinde bir “çerçeve anlaşması”na varılmasını, bir başka deyimle “Madrid Prensipleri” denilen hususta bir “uzlaşma”yı sağlayabilirse, Türkiye’nin ABD’nin bu alandaki beklentilerine hızla cevap vermemesi için bir neden yok.
Bununla birlikte, ikili ilişkilerin önündeki en zorlu konuların başında bu konunun geldiğini söyleyebiliriz.
Ortadoğu, bu çerçevede İsrail-Suriye ve Filistin-İsrail mutlaka taraflar arasında konuşulacak ama bu konunun da “kraldan ziyade kralcı” bazı İsrail yanlısı çevrelerin altını çizdiği gibi Beyaz Saray görüşmesinde “aşılmaz bir pürüz”ü ifade ettiğini haklı çıkaracak hiçbir emare yok.
***            ***             ***
ABD ile ilişkilerde diplomasinin bir “altın kuralı” vardır ki, o da, Beyaz Saray’da hiçbir görüşme “başarısızlıkla sonuçlandı” diye ilân edilmez. Hele iki müttefik ülke arasında bu asla söz konusu olamaz. Kaldı ki, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun birkaç kez vurguladığına bakılırsa, Türkiye ile Washington’un çıkarlarının hiç bu kadar örtüştüğü bir dönem pek yaşanmamışken, Tayyip Erdoğan’ın Obama’ya kavga etmeye gittiğini veya Beyaz Saray’dan elleri boş çıkacağını düşünmek de yersiz olur.
İşin başına dönelim: Afganistan-Pakistan’ı da içine alan çok geniş jeopolitik alanda öylesine yapısal değişiklikler oldu.  Türkiye tam da bu alanda çok önemli bir “siyasi aktör” haline geldi ki. Türk ve Amerikan liderleri arasında yapılacak olan Beyaz Saray görüşmeleri tam da bu nedenle Türkiye ile ABD arasında –yaygın algılamayla- bir “al-ver” ya da “karşılıklı taviz koparma” ilişkisi kalıbından çıkıp, artık iki müttefik ülkenin ortak çıkar alanlarında aralarındaki işbirliğini tanımlamalarına ve bir “beyin fırtınası”na dönüşüyor.
Bu yönüyle 72 saat sonraki görüşme, “tarihi” olmaktan çok, “rutin” nitelikte sayılabilir.
Galiba, her şeyden önce Türkiye-ABD ilişkilerinde “normalleşme” başladı.
Haberin Devamı

 

Yazarın Tüm Yazıları