Vurdumduymazlığın tarihçesi

- ÖNCE yargının yükü azaltılmalıdır. İstinaf yolu iyi işletilirse, Yargıtay’ın iş yükü dolaylı olarak elbette azalacaktır.

Haberin Devamı

- Kim söylüyor bunu?

Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk...

- Kim dinliyor:

- Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, milletvekilleri ve biz gazeteciler...

- Ne zaman söylüyor?

- 2000 yılı adli yıl açılış töreninde

Geçip gidiyoruz. Unutuyoruz. Milletvekili tayin peşine, bakanlar iktidar eşiğine koşuyor. Biz de bir iki kalem oynatıp bırakıyoruz.

Aylar geçiyor... Bu sırada (17 Ocak 2000) İstanbul’da büyük bir Hizbullah operasyonu yapılıyor. Örgüt lideri Hüseyin Velioğlu ölü ele geçiriliyor. Diğerleri tutuklu olarak yargılanmaya başlıyor. Konca’nın nasıl öldürüldüğünü öğreniyoruz.

Ve yine bir adli yıl başlıyor. Yine bir açılış töreni yapılıyor.

Yine Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, yüksek yargı üyeleri, gazeteciler salona oturuyor.

2000’den 2001’e geçiyoruz ama kürsü aynı kürsü. Sami Selçuk diyor ki:

Haberin Devamı

- Kadrolardaki eksiklik giderilmeli, yargının yükü azaltılmalı; yargıçlara, savcılara dünyayı dinleyecek ve yorumlayacak zaman bırakılmalıdır.

Hep birlikte dinliyoruz:

“Ne mükemmel konuşma” diyoruz. Tören bitiyor. Cumhurbaşkanı forsunu dalgalandırarak bir başka toplantıya geçiyor. Bakanlar demeç veriyor:

“Mutlaka düzeltilmeli. Geciken adalet adalet değildir... falan filan manşetleri.”

Milletvekilleri onaylıyor. Gazeteciler yazıyor.

Aylar geçiyor... Başbakanlığın hemen karşısındaki Yargıtay kalemi Ahmet Bey, dev dosya yığınlarını iki bina arasında taşımaya devam ediyor.

2003’e geliyoruz.

Yargıtay Başkanı değişiyor: Eraslan Özkaya...

Bakanlar değişiyor. Adalet Bakanı değişiyor.

Ama kürsü aynı...

Bu defa Özkaya çıkıyor kürsüye.

“Yargıtay ve yerel mahkemeler aşırı iş yoğunluğu altında ezilmektedir. Hiçbir hukuk devletinde yargıya bu kadar iş yüklenmemektedir. Geciken adaletin adaletsizlik olduğu bir söylem değil, yaşanan ve bilinen bir gerçektir.”

İşte muazzam bir konuşma daha.

Yine demeçler, eleştiriler, dava dosyalarının istatistik verileri açıklanıyor.

Gazeteler yazıyor.

Ama yine değişen bir şey yok. Yargıtay’ın emektar kalemi Ahmet Bey, dağ gibi biriken
dosyaları bir binadan diğerine taşımaya devam ediyor.

Haberin Devamı

Aylar geçiyor. Konca Kuriş’i diri diri gömen katiller yargılanmaya devam ediyor.

Yıl 2004...

Özkaya emekli oluyor. Yeni Yargıtay Başkanı Osman Arslan:

Çıkıyor kürsüye;

“Bu kadar yoğun iş yükü altında çalışan Yargıtay’ın hata yapmaması kaçınılmazdır.”

Kürsü aynı. Salon aynı, oturanlar aynı.

Bu defa 2005’teki kürsüden sesleniyor Arslan:

“Mahkemelerimizde yoğun ve ağır iş yükü altında çalışan yargı personelinin eğitimine hız verilmeli, sosyal ve mali haklarında iyileştirme yapılmalıdır.”

Televizyonlar canlı yayınlıyor konuşmayı. Yine çok etkileniyoruz.

Ertesi gün unutuyoruz tabii...

Yıl değişiyor. Arslan değişiyor.

Bu defa Hasan Gerçeker başkan oluyor. Ve 2008’de aynı salona sesleniyor:

Haberin Devamı

“Yargıtay bugün ne acıdır ki özellikle iş yükü yönünden akıl almaz bir sorun yumağı içerisinde bulunmaktadır.”

Salon buz gibi...

Gerçeker devam ediyor:

“Yargıtay bugün üç hatta dört ayrı binada hizmet vermekte, dosyalar binalar arasında en ilkel koşullarda taşınmakta olup, dosyaları koyacak, hakimlerimizi ve kalem personelini oturtacak yer bulunamadığı gibi...”

Salon dağılıyor. Adalet Bakanı makamına geçiyor. Cumhurbaşkanı bir yurtdışı gezisine çıkıyor.

Başbakan bölge gezisine.

Kalemden Ahmet Bey emekliliğine 6 ay kala iki bina arasında dosya taşımaya devam ediyor...

2008... Kürsü aynı. Gerçeker:

“İş yükümüz o kadar ağır ki...”

2009 yine aynı salon. Gerçeker’in konuşması canlı yayında:

Haberin Devamı

“14 bin 600 dosya zaman aşımına uğradı. Davalara yetişemiyoruz...”

2010...

Yargıtay kalemi Ahmet Bey emekli oluyor. Ve yerine başlayan genç adama şöyle diyor:

“Sen bu konuşmalara aldırma. Dosyaları taşımaya devam et. Boşuna beklentiye kapılma.”

Ve geliyoruz bugüne..

Aradan 10 yıl geçmiş. 3 Adalet Bakanı değişmiş. Ama Yargıtay Başkanları’nın konuşmaları değişmemiş.

Budur işte Hizbullah’ın tahliyesi...

Budur vurdumduymazlığın tarihçesi...

İKİNCİ YAZI:

Jaguar’a binmek suç mudur?

NAİL Boğday yazmış:/images/100/0x0/55ea3acdf018fbb8f872bf8a

“Bilkent gibi bir üniversitemizde bu kadar sığ düşünen rektör olabilir mi? Hocam nedir bu ezikliğiniz?”

 Yüzlerce yorum var hurriyet.com.tr’ye gelen. Çoğu Çankaya Köşkü’ne jaguarıyla giden öğrenci temsilcisini destekliyor.

Gerçekten ben de anlamadım?

Haberin Devamı

Bilkent Öğrenci Konseyi Başkanı Alper Yasin Altınel Cumhurbaşkanı’yla görüşmeye Jaugar’ıyla gidince kıyamet koptu. Üniversite yönetimi neredeyse Altınel’i okuldan atacak.

Suç mudur bu?

Bu nasıl bir zihniyettir. İnsan-ların zenginliklerini, marka tercih-lerini, hangi arabayla nereye gideceğini kim belirleyebilir? Hangi akademik disiplin yapabilir bunu?

Bir insandan zevklerini, varlığını, tercihini saklaması, gizlemesi nasıl istenebilir?

Bir üniversite öğrencisini böyle bir ikiyüzlülüğe nasıl teşvik edebilir?

Cumhurbaşkanı’na giderken taksiye bin, kız arkadaşına Jaguar’la git...

İnsanda özgüven bırakmayan, kendisi gibi olmaktan korkutan bu “yontma taş devri eğitimi” Bilkent’e yakışır mı?

Bilkent Üniversitesi çocukların bütün özgürlüklerini, hayallerini, kişiliklerini yontup onlardan birer “kamusal alan robotu” çıkartmaya çalışan bir üniversite değildir ki...

Seçimle gelmiş bir temsilciyi “görevden alacağız” diyen bu tipik YÖK kafasından ne zaman kurtulacağız?

Yazarın Tüm Yazıları