Vietnam Sendromu Gezi Parkı’na taşındı

Güncelleme Tarihi:

Vietnam Sendromu Gezi Parkı’na taşındı
Oluşturulma Tarihi: Haziran 16, 2013 00:00

Kazanacağından emin olarak girdiğin bir savaşın içinde tutsak kaldığın durumları izah eder Vietnam Sendromu. Emniyet güçleri de gaz ve su sıkarak 10 dakikada dağıtacaklarını sandıkları Gezi direnişçilerinin tutsağı haline geldi.

Haberin Devamı

Yıl 1914. I. Dünya Savaşı’nın en kanlı günleri yaşanmaktadır. Noel arefesinde birbirine düşman Fransız, Alman ve İskoç ordularının öncü bölükleri, cephede karşı karşıya gelmiş, siperlerinde diğerinin harekete geçmesini beklemektedir. Noel günü, üç birliğin komutanları, merkezden habersiz ve yetkileri dahilinde olmamasına rağmen, tüm sonuçlarını göze alarak bir gecelik ateşkes ilan eder. Cepheye gelen ünlü Alman tenor şarkı söylerken, ona enstrümanıyla eşlik eden İskoç rahip Noel ayini düzenler. Üç milletin askerleri siperlerden çıkıp kumanyalarını paylaşır, birlikte bir futbol maçı bile yaparlar. Bu büyülü gecenin ardından ertesi sabah her şey eski haline döner...
20 gün boyunca Taksim Meydanı ile Gezi Parkı arasında mekik dokur, direnişçi ve polislerle sohbet eder, yaşananlara şahitlik ederken aklıma sık sık Christian Carion’un bizde ‘Ateşkes’ adıyla gösterilen bu filmi geldi. İlham verici öyküsü üzerinden pek çok okuma yapılabilir. Müzik, futbol ve dinin birleştirici gücü gibi mesela. Gezi Ruhu’nun da önemli bileşenleriydi bu üçü.
Ama bu yazının konusu, o kıymetli ateşkes anlarında karşındakiyle ortak yönlerini bulma, anlama çabasıdır.

Haberin Devamı

DİRENİŞÇİYE ESİR DÜŞTÜLER

Genelleme yapmak zorunda bıraksa da meramınızı iki kelimeyle anlatmanızı sağlayan sosyolojik ve psikolojik terimler vardır. Vietnam Sendromu gibi mesela ya da Stockholm Sendromu.
28 Mayıs sabahı, Taksim Gezi Parkı’nda zabıta ile mücadele eden, parkı işgal eden, direnen, ‘sorun çıkaran’ kalabalığa müdahale etmeye gönderilen polislerin neyin içine girdiklerinden haberleri yoktu. Amirleri emir verdi, “Gidin oradaki sorunla ilgilenin” dedi, o kadar. Orada ne yaşanıyordu, o işgalciler kimdi, ne istiyorlardı bilmeden daldılar parka. Ağaçların arasında buldukları küçük kalabalığı eski bir ezberle dağıtmaya kalktılar.
Tıpkı 1955-1975 arasında ABD’nin başına geldiği gibi, kazanacağından emin olarak girdiğin bir savaşın içinde tutsak kaldığın durumları izah eder Vietnam Sendromu. O polisler de, gaz ve su sıkarak 10 dakikada dağıtacaklarını sandıkları Gezi direnişçilerinin tutsağı haline geldi. Günlük mesailerinin bir parçası olan ilk müdahale, evlerine dönemeden, insani hiçbir ihtiyacı karşılayamadan, sivil hayata girip çıkamadan, iki haftadan uzun süre Taksim’de ‘yaşamak’ zorunda kalacakları bir tutsaklığa dönüştü. Yorulduklarında Taksim Meydanı’nda uyudular. Direnişçilerin kararlılığı, onların esareti demekti. Gezi vazgeçmedikçe eve dönüş bileti yoktu.
Gezi direnişçileri için de aynı fiziki koşullar geçerliydi ancak onların inandıkları bir davaları vardı. O parkı işgal etmek, bir komün inşa etmek, onların seçimiydi. Topraklarını, ağaçlarını savundukları, dayanışma üzerine kurulu Gezi Ruhu’nu var ettiler hep birlikte. Milyonlarca kişiye ilham oldular. Gezi Ruhu büyüdü, her iştirakçisinin başka bir halkasını tanımladığı bileşenler bütünü haline geldi. Ellerinde silahları yoktu, tek silahları kararlılıkla polisin, TOMA’ların karşısına diktikleri bedenleriydi. Bu, polisin listesinde olmayan bir silahtı.

Haberin Devamı

Vietnam Sendromu Gezi Parkı’na taşındı

LİSTEDE OLMAYAN MARJİNALLER

Stockholm Sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle arasında duygusal anlamda sempati ve empati oluşması durumuna verilen isim.
Çevik kuvvet ekipleri de günler geçtikçe esaretlerinin nedenini anlamaya, kendilerini esir alan kitleyi tanımaya başladı. Farklı taraflarda olsalar da aynı meydanda yaşıyorlardı. Birdenbire İstiklal Marşı okunmaya başladığında yan yana duruyor, meydanda verilen piyano resitalini birlikte dinliyorlardı. Karşılarına dikilen bu insanlar, okudukları kitabın yazarı, izledikleri dizinin oyuncusu, arabalarında dinledikleri albümün sesiydi.
Bu ‘marjinallerin’ silahları kadar kendileri de polisin tanımlanmış şüpheliler listesinde yoktu. Destekçilerin gönderdiği yiyecekleri polisle paylaşan, kalkanların önüne dikilip kitap okuyan, kendilerine çiçek veren, bir polis yaralandığında yardıma koşan, TOMA’nın üzerine yürürken elinde ‘Tamam gazı sık ama önce bir dinle’ pankartı taşıyan, kandil simidi ikram eden, yaralanan hayvanlar için de parka klinik kuran, sabah kendi çöpünü toplayan çapulculardı bunlar. Anlamaya çalışmamaktı zor olan.

Haberin Devamı

BENİ TANISAN SEVERSİN

Üstelik onca müdahaleye, orantısız güç kullanımına, gaza, şiddete rağmen ortalık sakinleşir sakinleşmez polisin karşısına dikilip sohbet etmeye çalışıyorlardı. Böyle onlarca diyalog çabasına şahit oldum, bizzat içinde bulundum. Temel hak ve özgürlükler üzerine 20 dakika süren bir münazaraya rastladım. Kimse kimseye bağırmadan anlamaya anlatmaya çalışıyordu. Başka bir seferinde “Ben sivil hayatta böyle biri değilim. Tanısan seversin, gerçekten” diyordu AKM’nin önündeki kaldırıma oturmuş polis memuru. Yeni aldığı fotoğraf makinesinin nasıl kullanılacağını eylemciye soranı, emir kulu olduğunu söyleyerek içinde bulunduğu durumu izah etmeye çalışanı, direnişçiyle sigara paylaşanı gördüm.
Susturmak üzere gittiği eylemcinin elinde iki haftadan uzun süre rehin kalan bu polisler, devletin Gezi olayları süresince yarattığı mağdurlar listesinde üst sıralardadır. Çünkü meslekleriyle gurur duymaları, ne iş yaptıklarını soranlara gururla cevap vermeleri bir süre pek mümkün olmayacak. En azından bir bölümü için.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!