Sonunda faturayı hep vatandaş öder

Borçluların mağdur, alacaklıların hırsız olarak algılandığı bir ülkede yaşıyoruz.

Dünya da tek de değiliz. Özel mülkiyet kavramını hazmedememiş tüm ülkelerde durum aynıdır. Hukuk, soyguncu alacaklılardan mağdur borçluları korumak üzere düzenlenmiştir. Dolayısıyla, borcunu zamanında ödemek bir hukuki gereklilik değil, ahlaki bir boyuta indirgenmiştir.

Borç verenin parası çoksa, soyguncunun da alasıdır. Bankaların işi para olduğundan, bankaların parasının çok olduğu sanılır. Devletin ne zaman parası bitse, bankalara ‘‘salma’’ çıkarır. Yani, bankalar rızaları dışında devlete borç vermek durumunda kalırlar. Aslında, borçlanılan para bankaların ya da onların sahiplerinin değil, vatandaşların bankalara emanet ettiği paralardır.

Devlet iki yakasını bir araya getiremediğinden harcamalarının bir kısmını borçlanarak yapar. Belli bir kaynaktan daha fazla borçlanmaya çalışan devlet faizleri yükseltir. Faizler yükseldiği için tasarruflarını Hazine bonosu alarak değerlendirmek isteyenler rantiye olurlar. Yani, beleş geçinen asalaklar kategorisine konurlar. Sömürücü olurlar. Ama, tasarruflarını devlete borç olarak vermeyip arsa alsalardı, toprağı seven yatırımcı olacaklardı.

MALİYETLER

Ekonomide kriz çıkıyor. Herkes dövize dönmeye çalışıyor. Türk Lirası borçlananlar borçlanamaz hale geliyorlar. Borç verenler verdikleri parayı geri alıp döviz almak istiyorlar. Bu şartlarda, borç verdikleri parayı geri alamıyorlar. Türk Lirası bulabilenler alacakları döviz bulamıyorlar.

Faizler yüzde 1000'leri buluyor. Bankalar verdikleri kısa vadeli kredilerin faizlerini artırıyorlar, çünkü verdikleri krediler için yaptıkları borçlanmanın maliyeti artıyor. O maliyetleri bankalar ödüyor, ama siyasetçilerimiz bankaların kredi müşterilerine yükledikleri maliyetleri düşürmeye çalışıyor. Kim ödeyecek bu maliyetleri?

İlk bakışta maliyetleri bankalar ödeyecekmiş gibi görünse de, gerçekte, tüm bu çeşit maliyetleri bankalara paralarını emanet eden vatandaşlar öder. Vatandaş da bunun farkına vardı. Yatırımlarını mümkün olduğu kadar mali sektörün dışında yapıyor. Ülkemizdeki toplam Türk Lirası cinsinden tasarruf mevduatı milli gelirimizin ancak yüzde 20'sine ulaşıyor. Toplam mevduatlar ise milli gelirimizin yarısına gelmiyor.

Bankalar da işlemlerini yurt dışına kaydırmaya çalışıyor. İş çevreleri de aynı şeyi yapıyor. Özel sektörün kısa ve uzun vadeli toplam yurt dış borçları 50 milyar doları buluyor. Bankalarımızın aynı özel sektöre verdiği krediler ise ancak 20 milyon dolar oldu. Yani, artık herkes yurt içindeki mali piyasaların etrafından dolaşmaya çalışmaktadır.

SONUÇ

Bundan kim zarar görmektedir? Elbette, vatandaşlar zarar görmektedir. Tüm ekonomi zarar görmektedir. Vatandaşları korumaya çalışırken, aslında vatandaşları mağdur etmekteyiz. Sonuç, ya tasarrufların erimesidir ya da ileride gerçekleşecek vergi yükünü dolayısıyla gelir kaybıdır.

Borçluyu mağdur, alacaklıyı hırsız gören bir sistem hem gelirlerini hem de servetlerini eritme riski ile karşı karşıyadır.

Bir seyahat dolayısıyla yazılarıma bir süre ara veriyorum.
Yazarın Tüm Yazıları