Türkiye’yi batırıyoruz

Kıbrıs’ta çözümü reddedip AB ilişkilerinde kendimizi sıkıştırdık. Tezkereyi erteledik. Washington Kuzey cephesinden vazgeçti, yardım paketini iptal etti ve Bush yönetimini kendimize düşman ettik. Türkiye bilinçsiz şekilde içine kapalı, kavruk, Baas rejimini andıran aşırı milliyetçi bir yola doğru gidiyor.

Ülkemizin genel gidişi, benim gibi bir çok kişiyi korkutuyor.

Kaygılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

İnşallah yanılıyoruzdur.

İnşallah, öngörülerimiz doğru çıkmaz.

Ancak şu andaki durum, hepimizin derin bir rahatsızlıkla izlememiz ve bir şeyler yapılması için harekete geçmemezi gerektirecek kadar vahim.

Yanlış anlaşılmasın, hiçbirimiz savaş istemiyoruz. Yapılan tartışma, Türkiye’nin savaşa katılması ile ilgili değildir. Türkiye savaşmayacaktır. Savaş kararını veren ABD’dir ve bu savaş, Türkiye olsun veya olmasın gerçekleşecektir. Yapılan tartışma, Türkiye’nin ABD tarafından istenen desteği verip vermemesiyle ilgilidir.

İkinci önemli nokta, Türkiye’nin herşeyi kabul etmek zorunda olmadığıdır. Ankara, dış güçlerin her istediğine EVET diyen bir başkent değildir.

Ancak, politika “maliyeti” iyi hesaplamak demektir alternatif politikalar üretmektir. Beceri budur... Örneğin, Lozan anlaşması Türkiye için iyi bir anlaşma değildir. Boğazlarda Türkiye’nin egemenliğini kısıtlamış, 12 adayı Yunanistana vermiştir. Atatürk bu koşulları, “alternatif maliyetin” çok daha ağır olacağını düşünerek kabul etmiş ardından Montreux anlaşmasıyla belirli oranda dengelemiştir.

Kuzey Kıbrıs’ta çözümsüzlük ve Tezkere konusunu oyalamanın maliyetleri şimdiden görünmeye başlanmamış mıdır?

Bu maliyet, Türk halkının daha da fakirleşmesine yol açmayacak mı? Bir ülke fakir kaldıkça bağımsızlığını, egemenliğini koruyabilir mi?

Şimdi gelin, Kıbrıs ve Tezkere’nin ülkeye maliyetlerine bakalım...

KIBRIS’TA KENDİ ÖNÜMÜZÜ KAPATTIK

1. Türkiye, Annan planında direnerek, Kıbrıs’ta çözümü reddetmiştir. Bunu yaparken de, gerçek niyetini farklı olsa dahi, dış dünya’ya Ada’nın Kuzeyinin üstüne yatmak istediği ve hiçbir çözüme yanaşma niyetinde olmadığı izlenimini vermiştir.

Bu tutum, Türkiye’nin Avrupa Birliğine gidişinin önünü kapatacaktır.

AB, Türkiye’nin Ada’da işgalci konumuna gireceğini açıklamış ve herhangi bir tam üyelik tartışmasının, Kıbrıs’ta çözüm bulunmadan ilerlemeyeceği görüşünü benimsemiştir. Brüksel Ankara’ya kızgınlık içindedir.

2004 Aralığına (Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin başlama kararının alınacağı doruk toplantı tarihi) kadar, Türkiye-AB müzakereleri “Ya AB veya Kıbrıs” tartışmasına dönüşecektir. Ankara, AB’nin baskısı altına girecek ve bugün Annan planını reddeden çevreler (Genelkurmay-CHP- Cumhurbaşkanı- Denktaş ekibi) ile Türkiye’nin geleceğini AB’de gören ve ülkemizin Avrupadan dışlanmamasını isteyen kesimler arasında misli görülmemiş bir çatışma yaşanacaktır. Türkiye, sanki bir tercih yapma noktasına itilecektir.

Bugünkü egemen anlayış sürerse, Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini elinde tutmayı tercih edecek ve sırtını AB’ye dönecektir.

ABD İLE STRATEJİK İŞBİRLİĞİ BİTTİ

2. Türkiye, AB ile ilişkilerini böylesine zora sokarken, dünyanın tek süper gücü olan Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerini de, tamiri çok uzun sürecek ve büyük ödünlere mal olacak biçimde zedelemiştir.

Yıllar boyunca sırtını dayadığı ve övünerek destek aldığı Stratejik İşbirliği artık bitmiştir.

IMF ile ilişkilerde daima yardımcı olan, her Uluslaralası sıkışıklıkta Türkiye’nin yanında yer alan, Kürt sorununda en önemli kararı verip Öcalan’ın yakalanıp Türk MİT’ine teslim edilmesini sağlayan, Türkiye’yi İslam dünyasının modeli olarak ön plana çıkarmaya hazırlanan ABD artık yoktur.

Bush yönetimi kendini, doğru veya yanlış, bölgede en çok güvendiği ülke diye nitelediği Türkiye tarafından “yarı yolda bırakılmış” olarak görmektedir. Demirel’in dediği gibi, daha en az 6 yıl iktidarda kalacağı anlaşılan Bush yönetimi bu tutumu unutmayacaktır.

Washington, Türkiye’yi tamamen dışlamayacak, ancak Ankara’dan gelecek yardım telefonlarına Beyaz Saray’dan uzuncu bir süre yanıt verilmeyecektir.

ABD’Yİ VE BÖLGEYİ DOĞRU OKUYAMIYORUZ

Bu duruma kendi kendimizi soktuk.

Eğer bu bir politika ise, son derece tehlikeli bir politikadır.

Eğer politikasızlığın veya deneyimsizliğin sonucu ise, daha da vahim bir durum demektir.

Türkiye bu tutumla, bölgenin lider ülkesi olamayacak, çok övünerek tekrarladığımız “Büyük Devlet” statüsüne hiçbir şekilde ulaşamayacaktır.

Türkiye kendini ayağından vurmakta, bindiği dalı kesmektedir. Ekonomisindeki kırılganlığa karşı önlem alamamakta, elindeki Kürt kartını kaybetmektedir.

Ülkemizi yönetenler, dünyayı doğru okuyamamakta, bölgedeki gelişmeleri gerektiği şekilde değerlendirememektedirler. Alternatif maliyetleri gerçekçi biçimde hesaplayamamaktadırlar.

Ülkemizi kendi ellerimizle tarihi bir dönemece, çok farklı ve tehlikeli bir yola sokuyoruz.

Kıbrıs ve Tezkere tartışmalarına, verilen demeçler ve basında çıkan yazılara bakarsak, Türkiye’nin giderek, Batı dünyasının iki ayağı sayılan Avrupa ve Amerikadan uzaklaştığı, içine kapanık, aşırı milliyetçi bir ortama girmeye başladığı gözlenmektedir. Miloseviç sendromu veya Baas rejimi tipinde bir süreç söz konusudur.

İşte tehlike budur ve hepimizin kaygılanması, hatta korkması gerekmelidir.

* * *

AKP, TEZKEREYİ NEDEN ERTELİYOR?

Tezkere konusundaki karmaşayı biraz olsun açıklığa kavuşturalım.

Başbakanın yakın çevreleri, Tayyip Erdoğan’ın temelde iki nedenle acele etmek istemediğini belirtiyorlar.

1. PARTİ BÖLÜNÜR

Erdoğan’ın en büyük kaygısı, yeterli hazırlık yapılmadan, tezkere ile ilgili yeni ve önemli bazı gelişmeler (örneğin yeni bir BM kararı) yaşanmadan TBMM’ne gönderilmesi ve reddedilmesidir. Parti grubundaki Milli Görüşçüler (Özellikle Refah’tan gelenler) ve Güneydoğu’lu milletvekilleri hala red oyu kullanacaklarını belirtmektedirler. Oyunu değiştirenlere de güvenilmediğinden dolayı, Erdoğan bir daha olumsuz oy ile karşılaşmamak için işi yavaştan almaktadır.

2. SAVAŞI BİZ TETİKLEMEYELİM:

AKP liderliğini etkileyen diğer bir nokta, ABD’ye bu aşamada yeşil ışık yakılmasının, BM kararını etkilemek ve dünyanın gözünde savaşın tetiğini çekmek anlamına geleceği şeklindeki yorumlardır. Parti içindeki bazı çevreler ve İslam ülkelerinden gelen bu yöndeki telkinler AKP yönetimini etkilemiştir. Tezkere’nin güvenoylamasından sonra –yani önümüzdeki hafta- devreye sokulabileceği belirtiliyor. Erdoğan’ın en büyük beklentisinin, savaşın Türkiye yeşil ışık yakmadan başlaması ve Türk tezkeresinin bundan sora “Ne yapalım, artık çare yok” denilerek geçirilme senaryosu olduğu ileri sürülüyor.

* * *


(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları