Birbirleriyle konuşurken, kulak misafirliğinin en koyusuna kaptırdım kendimi.
Yıllar, ülkeler, buluşlar, keşifler... Onlarla birlikte sanal kazılara gittim.
* * *
ARKEOLOJİNİN bir başka yanını, ekip işi olmasını sevdim. Buluşun, keşfetmenin sevincini paylaşmanın güzelliğini sunan bir meslek.
Yüzyıllar, bin yıllar öncesi bulduğunuz bir objeden duyulan sevincin tanıklığında duydukları mutluluğu hayal ettim. İlk kez ‘‘iğneyle kuyu kazmak’’ sözünün anlamını keşfettim.
Bir duvar kabartması, küçük bir obje, bir tablet bilim tarihini değiştiriyor. Bir anda, acaba beni de bir megalomani ahtapotu kollarıyla sarar mı diye aklımdan geçirmedim değil.
Edebiyat seçiciler kurulunda hep yer üstü çalışması yaptım. Acaba arkeoloji bir yeraltı dünyası mı? Onun heyecanı bizimkini geçer mi?
Arkeolojideki ekip ruhunun beni çok etkilediğini söylemiştim. Tek başınıza yazıyorsunuz, beste yapıyorsunuz, tuvalinizde istediğiniz renklerle uğraşıyorsunuz. Ama tek başınıza elinizde bir kürekle, çekiçle bir kazı yapamazsınız. Bence en sosyal meslek bu.
Elbette yalnız başına kütüphane araştırmaları, belge, tablet okumaları bireysel çabalar. Onlarda bile başkalarıyla bilgi alışverişi yapmanız gerekiyor.
Bilimsel ve kişisel arkadaşlıkların anılarının tazelendiği gündü. Herkes birbirine çalışmalarından söz etti.
O güzel gün için teşekkür borçluyum hepsine.
* * *
ANCAK bir üye ile ilişkilerimiz bundan sonra şeker renk devam edecek. Kalem konusunda bana açıkça, bütün tanıkların önünde meydan okuyan Engin Özgen'i bağışlayabilir miyim (!).
Yazacağım romanda o kötü bir kahraman olacak, hiç olmazsa edebi ve sanal ortamda ondan öcümü almalıyım.
Engin Özgen'in cebinden çıkan Mont Blanc'ları görünce kendimi Frankfurt'taki ünlü kırtasiyeci Theisinger'de zannettim.
Diğer dostlarım kusura bakmasınlar, bir koleksiyoncunun acısını onlar anlar.