Türkiye bağcıyı dövmeyi yeğledi

Kopenhag

Türkiye bir açıdan kendi kendine gol attı. Rahatlıkla kabul edebileceği ve isteklerinin büyük bölümünü içeren AB kararına sert tepki gösterdi ve Kıbrıs Rumlarının AB’ye katılmasını da kolaylaştırdı. Üzüm yemek yerine bağcıyı dövdü.

Önce Kopenhag’da Türkiye’nin aldığı sonuca bakalım.

1. Müzakelerin başlaması için bir tarih elde edilmiştir. Belki istendiği gibi 2003 sonu veya 2004’ün başı olmamıştır, ancak ilk defa Türkiye’ye net bir tarih verilmiştir. AB, Türkiye’yi tam üye yapmak için kendini bağlamıştır.
2. Avrupa Ordusu (AGSP) konusunda Türkiye istediğini elde etmiş ve Kıbrıs AGSP dışında tutulmuştur.
3. Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi için ek ödünler elde etmiştir. En önemlisi de “tarama” diye adlandırılan ve teknik yönden müzakerelerin başlaması anlamına gelen bir sürecin başlatılma işaretidir.

Erdoğan-Gül ikilisi, çıtayı çok yukarda tuttuklarından dolayı bu sonuca sert tepki göstermişlerdir. Bu arada basına yansıyan “Eğer istediğimizi elde edemezsek B planını devreye sokarız... Fransız ve Alman mallarını boykot ederiz” gibi açıklamalar, özellikle Fransız Devlet Başkanının büyük tepkisiyle karşılaşmış ve Ankara’nın hareket alanını kısıtlamıştır.

Türk hükümeti kolaylıkla “Belki istediğimizi tam olarak alamadık ancak, zafer kazandık” diyebileceği bir sonucu, başarısızlık diye göstererek, kendi kendini yaralamıştır.

KIBRIS’TA RUMLARI TAM ÜYE YAPTIK...

Türk tarafının ikinci hatası, Güney Kıbrıs’ı elini kolunu sallayarak tam üye olmasını sağlamasıdır. Bundan sonra görüşmelerin süreceği ve yine de bir çözüm aranacağı söylenmesine rağmen, bence bu iş bitmiştir. Rumların, tam üyeliği ceplerine koyduktan sonra bir daha KKTC ile ciddi bir görüşme sürecine girebileceği düşünülmemelidir.

İlerde Türkiye’nin tam üyeliği ile paralel şekilde KKTC’nin de katılımı gündeme geldiğinde, artık bugünkü BM paketi ortadan kalkmış olacak ve adanın tamamen askerleştirilmesinden , tam serbest dolaşım ve mal mülk alım satımına kadar AB normları uygulanacaktır.

Özetlemek gerekirse, yarı dolu bardağın boş tarafı ön plana çekilmiş, dolu tarafı ise görmezden gelinmiştir. Oysa bu kadar sert tepki göstermeden orta yol bulunabilirdi.

Türkiye, üzüm yemek yerine bağcıyı dövmeyi tercih etmiştir.

* * *

ALMANLAR AKY’Yİ ÇOK MERAK EDİYOR...

Acaba Almanya, tam üyelik müzakerelerinin başlama kararı için neden 2 yıl beklemek istedi?

Türkiye, Kopenhag kriterlerini hiç değilse kağıt üstünde tamamlamış, büyük bölümünü yasalaştırmıştı. Diğer adayların düzeyine gelmişti.

Alman Dışişleri Bakanı Fischer’e sordum: Neden beklemek istiyorsunuz?

İlginç bir yanıt verdi.

“... Sizler gibi bizde AKP’yi merak ediyoruz. Acaba Türkiye’yi bir model haline getirebilecek mi? İslam ile Demokrasinin bir arada yaşayabileceğini gösterecek mi, yoksa kendi gündemini mi uygulayacak? Bunu bilemiyoruz. Acaba Kopenhag kriterleri uygulanacak mı, yoksa kağıt üstünde mi kalacak? Bunları görmek için zamana ihtiyacımız var. Bundan dolayı iki yıllık bir gözetim dönemi istedik...”

Bu yanıtta ki en ilginç nokta, AKP ile ilgili bölüm. Bazılarının ileri sürdükleri gibi AKP’nin AB’den yeşil ışık almadığı ve sürekli şekilde mercek altında izleneceğini gösteriyor.

ERDOĞAN İLE GÜL’ÜN ÇAYLAKLIKLARI

Brüksel’de ve Kopenhag’daki, özellikle yabancı diplomatlar (Türkler korktukları için ağızlarını açmıyorlar) Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’ün “çaylakça” tutumunu konuşuyorlar.

Almanya ile Fransa, 2005 tarihini açıklayınca, Erdoğan-Gül ikilisi –kimden akıl aldılarsa(!)- açıkça “Bu kabul edilemez... AB bunun sorumluluğunu yüklenir” şeklinde, son derece sert ve açık tepki koydular.

AB politikacıları ve diplomatları bu tutumu “deneyimsizlik veya çaylaklık” olarak nitelediler. “Açıktan böyle bir demece ne gerek vardı? Susarsın ve özel mesajla tepkini gösterirsin. Böyle konuşup kendilerini bağladılar. Bu sözlere rağmen, yine 2005 çıkarsa, Erdoğan bunun bir başarı olduğunu iddia edemeyecek” diyen bir İngiliz diplomat “Son dakikaya kadar susarsın, sonunda duruma göre açıklama yaparsın” şeklinde konuştu. Fransız ve Almanlar ise, Erdoğan-Gül ikilisinin meydan pazarlığı ile diplomasiyi birbirine karıştırdıklarına dikkat çektiler. Bir İtalyan diplomat, bu konuşmayı şöyle tamamladı: “ Öğrenirler, merak etmeyin.”

10’LAR TÜRKİYE’NİN ÖNÜNÜ KAPATAMAZ

Şu sıralarda resmi yetkililerin başlattıkları ve kısa sürede medya tarafından benimsenen en önemli konu, Türkiye tam üyelik müzakerelerine Nisan 2004’te başlamazsa, daha önce girecek olan 10 ülke’nin Ankara’nın önünü kapatacakları varsayımı.

Brüksel’deki uzmanlara sordum ve büyük bölümünden şu yanıtı aldım:

“... Türkiye’den önce katılacak 10 ülke Ankara’yı durduramaz. Zira, kararı 5 büyük verir. Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya ve İtalya’nın kabul edeceği bir Türkiye’yi Slovaklar veya Çek’ler, hele Polanya’lılar durduramazlar. Ayrıca, Türkiye’nin girişi asıl Almanya’yı (zira para onlardan çıkacak ve ellerindeki gücü onlar kaybedecekler) ve Fransa’yı (zira tarım fonundan aldıkları para, Türkiye’nin gelişi ile azalacak) zorlayacaktır. Bu iki ülke Türkiye’ye yeşil ışık yaktıktan sonra, diğerlerine fazla bir söz düşmez...”

İlgilenenlere duyurulur. Boş yere kafalar karışmasın. (!)

YUNANLILAR “TÜRK DOSTU” OLUNCA (!)

Yıllardır her Uluslararası toplantı Türk- Yunan çekişmesiyle geçerdi. İki ülke’nin birbirlerini kıyasıya eleştirmeleri de, diğer Avrupalılar tarafından biraz alaş biraz küçümsemeyle izlenirdi. Aslında bu durum onların işlerine de gelirdi. Böylece, Yunanistanın arkasına saklanırlar ve Türkiye’nin AB’ye yakınlaşmasını kolaylıkla ertelettirirlerdi.

Bu defa durum tam tersine döndü.

Yunanistan adeta Türkiye’nin hamisi, elinden tutup Avrupa Birliğine sokmaya çalışan bir kardeş rolündeydi. Bu değişiklik en çok AB’yi köşeye sıkıştırdı. Ne zaman bir sıkışma olsa, Yunanlılar hemen araya giriyorlar ve Türkiye’nin önünü açıyorlardı.

Bu değişim Türkiye’nin kara gözleri için değil. Atina, Türkiye AB’ye girdiği taktirde hem Ege’de, hem de Kıbrıs’ta rahat edeceğini biliyor.

Özetle, çok akılcı bir yaklaşım sergiliyorlar...

3200 GAZETECİ BİR ARAYA GELİRSE

Danimarkalılar çok başarılı bir düzenleme yapmışlar. Son derece basit ve aynı zamanda da son derece etkin. Yolunuzu kaybetmeden istediğiniz yere gidebiliyorsunuz. Yemeğinizi yiyebiliyorsunuz.

Tüm ihtiyaçlarınız da karşılanıyor.

Telefon, teleks, e-mail. Herşey var. Üstelik bedava.

Nefis bir restoran kurulmuş. Fransız şaraplarından başlayarak, kendinize (eğer vaktiniz varsa tabii) harika bir ziyafet çekebiliyorsunuz.

Bu toplantının diğer ilginç yanı , 28 ülke Devlet ve Hükümet başkanlarının bir araya gelmesiydi. 28 ülke medyası buraya yığılınca nasıl bir sirk ile karşı karşıya kalınabilineceğinin en dehşet örneği yaşandı.

Tek kelimeyle çok keyifli bir toplantı gördük.


(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.tr) yayınlanmaktadır. )
Yazarın Tüm Yazıları