Osmanlı’nın İslám’ında içki yasağı yoktu

Tayyip Erdoğan'ın günün birinde iktidara geldiği takdirde içki konusunu referanduma götüreceğini söylemesi, bana bir garip geldi.

Takiyeden de öte sadece bir ‘‘kıvırma’’ olan bu sözler, bizdeki geleneksel entelektüel şehir İslamı'nın yerini artık kırsal İslam'ın almış olduğunun göstergesiydi ve Tayyip Bey bir hususu galiba bilmiyordu: İçkinin Türkiye'de tarih boyunca varolduğunu, bazı devirlerde savaş ve güvenlik sebebiyle yasaklanmasının dışında hep serbest olduğunu ve aynı zamanda ‘‘Halife’’ unvanını da taşıyan zamanın hükümdarlarının içkiyi yasaklamak yerine bundan devlete gelir sağlama yolunu tercih ettiklerini...


Tayyip Bey, günün birinde iktidara gelebilirse, içki konusunu referanduma götüreceğini söyledi ve içki bahsi uzun bir aradan sonra Türkiye'nin gündemine yeniden yerleşti.

‘‘Osmanlı şeriat devletiydi, içki bizde eskiden yasaktı, alkol alanlar en ağır cezalara çarptırılırdı ama laikleşmemizden sonra serbest oldu’’ diyenlere küçük bir hatırlatma yapayım:

Türkiye'de içki, tarih boyunca hep içildi. Bazı devirlerde yasaklandı, hattá içenler ağır cezalara bile çarptırıldılar ama içki satışı her zaman varoldu. Meyhaneler kısa dönemler için gizli, ama sonraları açık olarak faaliyet gösterdi ve devlet içkiyi yasaklamak yerine bundan gelir sağlamayı tercih etti.

GELİRİ GÜNAHINDAN ÖNEMLİ

Yasaklamaların temelinde dini değil siyasi sebepler ve genellikle de güvenlik endişeleri yatardı. Meselá Dördüncü Murad dönemindeki meşhur içki yasağı, hükümdarın o senelerde giderek artmış olan yeniçeri zorbalıklarına bir son vermek için uyguladığı baskı ve sindirme politikasının uzantısıydı. Memleketin, özellikle de İstanbul'un güvenlik içinde bulunduğu dönemlerde içki hep serbest oldu, uzun süren savaş yıllarında ise yasaklandı. Ama devletin içki konusunda asırlar boyunca devam eden temel politikası hep aynı kaldı: İçkiyi yasaklamak yerine, bundan gelir elde etmek.

Gayrımüslimlere içki zaten serbestti. Yasaklı dönemlerde içerken yakalanan Müslümanlara Dördüncü Murad iktidarının terör yıllarındaki idamlar dışında genellikle para cezaları verildi.

Eski zamanlarda ne içtiğimizi merak edenler için söyleyeyim: Biz, millet olarak şarap içerdik. Şarap bizde de yapılır, hatta dışarıya da gönderilir ama çok daha iyi kalitelileri ithal edilirdi ve Türkiye asırlar boyunca hep şarap içti. Derken, 17. asrın başlarında ‘‘arak’’ adında bir içkiyle tanışıldı. ‘‘Arak’’, Arapça'da ‘‘ter’’demekti, imbik vasıtasıyla imal ediliyordu, yapılırken imbikte teri andıran damlalar beliriyor, bu damlalar sonra şişelere dolduruluyordu ve içkiye ‘‘arak’’ yani ‘‘ter’’ adı işte bu yüzden verilmişti. ‘‘Arak’’, zamanla ‘‘rakı’’ oldu ama şarabın hakimiyeti daha 200 sene kadar devam etti ve rakı ancak Tanzimat döneminde, yani 19. asrın ortalarında revaç buldu.

Devlet, içkiden gelir elde etme politikasını zamanla daha belirli kurallar içerisine koymaya çalıştı. Meselá, 1870'in ilk aylarında Türkiye'nin gündemini içki içenlere yılda 50 kuruş ödemeleri şartıyla ruhsat tezkeresi verilmesi konusu işgal etti. Derken bundan vazgeçilip ‘‘Müskirat Nizamnameleri’’ yani ‘‘İçki Yönetmelikleri’’ çıkartıldı. 7 Nisan 1886 tarihli yönetmelikle içkiden alınacak vergiler düzenli bir şekle getiriliyor, 14 Temmuz 1890'da ise, ihraç edilecek şarapların kalitesi ve vergileri belirleniyordu. Aynı zamanda ‘‘Halife’’ unvanını da taşıyan dönemin hükümdarı İkinci Abdülhamid, içki konusunda böyle yönetmelikler yayınlamakata bir beis görmemişti.

İSLAM KÖYDEN GELİRSE

Osmanlı arşivlerinde şarap ithali, ihracı, saray ve özellikle de padişahlar için getirtilmiş içkiler konusunda dünya kadar yazışma vardır ve arşivde ‘‘Biz eskiden dindardık, şimdi böyle olduk’’ diyenlere verilecek sandıklar dolusu belgeli cevap bulunmaktadır.

Ve sözün kısası: Beni yakından tanıyanlar öyle içki düşkünü falan olmadığımı gayet iyi bilirler. Ama seçimlere girip giremeyeceği bile tartışmalı olan bir kişinin ‘‘başbakan’’ olma hayalleri içerisinde içki konusunun hálá politik malzeme yaptığını görünce o kişinin bize başka türlü göstermeye çalıştığı geçmişimizden küçük bazı örnekler vermek istedim.

Ama şunu da unutmayalım: ‘‘Değiştik, değişiyoruz’’, ‘‘Türbanlı adayımız olmayacak’’ yahut ‘‘İçki konusunu referanduma götüreceğiz’’ şeklindeki takiyeler, daha doğrusu kıvırmalar, bizdeki geleneksel entelektüel şehir İslamı'nın yerini artık tamamiyle kırsal İslam'ın almış olduğunun göstergesidir.

900 yıl öncesinden şarap içme dersleri

Eski devirlerde, devlet adamları için devleti ne şekilde idare etmeleri konusunda öğütler veren kitaplar yazılırdı. Bu eserlere ‘‘nasihatname’’ denir ve içlerinde memleket idaresinin ayrıntılarından satranca; yemek yeme usullerinden yıkanmaya, içki ádábından yıldızlardan geleceği okumaya, kılıç kullanmaya ve tıbba kadar akla gelen her konuda tavsiyeler yer alırdı.

Bu nasihatnameler arasında en tanınmışı, İran taraflarında bundan 900 sene önce kurulan ‘‘Ziyaroğulları’’ adındaki ufak bir devletin hükümdarı olan Keykávus'un, oğlu Giylánşáh için kaleme aldığı ‘‘Kabusname’’ isimli Farsça eserdi ve Kabusname Türkçe'ye de defalarca tercüme edilmişti. Bu tercümelerden en önemlisini 1400'lü senelerin başında Mercimek Ahmed yapmış, Türk Edebiyatı'nın son álimlerinden Orhan Şaik Gökyay da 500 yıl öncesinin bu metnini 1940'larda elden geçirip yeniden yayınlamıştı.

İşte, Kabusname'de ‘‘Şarabın nasıl içileceğinin’’ anlatıldığı 11. kısmından bazı bölümler:

‘‘...Ey oğul, şarapla ilgili olarak sana ne ‘‘iç’’, ne de ‘‘içme’’ diyebilirim. Zira, gençler başkalarının sözüyle hareket etmezler ve kendilerinden başka türlü düşünenlerin dediklerini yapmazlar. Gençliğimde ben de böyleydim ve ben de söylenenleri kabul etmezdim. Tá elli yıl sonra Allah bana doğru yolu gösterdi ve tövbe ettim. Eğer içmez isen, iki cihan senin olur.

Bütün bunlardan sonra eğer şaraba başlamamış isen, ne mutlu sana! Ama bilirim ki gençsin ve bilirim ki dostların sana içireceklerdir. Eğer içersen, tövbeyi gönlünden çıkarma. Her an günahını hatırlayıp Allah'tan bağışlanmayı dile.

...İçeceksen bari yemekten sonra hemen içme ve susuzluğunu da içkiyle giderme. İkindiden önce iç, sen serhoş olduğunda akşam da gelmiş olsun ve etraftakiler seni serhoş görmesin.

...Şarap içerken birşeyler yeme ve her zaman evinde iç. İnsanın kendi mekánında içmesi, gök kubbe altında yahut bir ağaç gölgesinde içmesinden çok daha iyidir. Evin gölgesi gizleyici, ağacın gölgesi ise dört bir yana rezil edicidir.

...Ey oğul, sarhoş olduktan sonra daha fazla içmemeye alış ve hele gece serhoş bir halde yattın ise, sabah kalkınca şaraba devam etme. O vaziyette kıldığın namaz kabul olmaz, kazaya kalır. Gecenin sarhoşluğu ile gündüzün serhoşluğu biraraya gelirse, insan deli gibi olur. Allah, geceyi rahat etmek için yaratmıştır. Allah insanın başını ağırlaşmaktan, göz kapaklarını şişmekten, gövdesini titremekten, beynini zonk zonk etmekten, deli, serhoş ve hasta olmaktan korusun. Nadir de olsa sabahları içiyorsan, bunu sakın ola ki ádet haline getirme.

...Şarap içmeden bir iş yapamaz hale gelsen bile, bari cuma geceleri içme. Gerçi şarap her zaman haramdır ama cuma gecesine hürmet gösterilmesi gerekir. Böylelikle cuma namazına da mahmur bir halde gitmemiş ve içtiğin diğer gecelerin ayıbını da halkın gözünde ortadan kaldırmış olursun. Bir sene içinde 48 adet cuma gecesi vardır, bu gecelerde içmediğin takdirde 48 adet şarabın parası yanında kár kalır, aynı zamanda bünyen içtiğin diğer altı gecenin verdiği zahmetleri de o gece temizler’’

Kanuni’nin şarap kanunları bile vardı

Gayrımüslimler, içtikleri şarap için vergi vermezler ama sattıklarından alınır. Şarabı şehrin içinde sattıklarında her on ölçü için satandan ve alandan üçer akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘‘İnöz Kazası Kanunnamesi’’, madde: 5).

Meyhane açıp kendi yaptıkları şarapları satmak isteyenlerden fıçı başına beş akçe alınır. Meyhanelerini birkaç günlüğüne kapatıp yeniden açanlar yahut hiç kapatmayanlar ister az ister çok satsınlar, fıçı başına beş akçe verirler (Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘‘İnöz Kazası Kanunnamesi’’, madde: 7).

Şarap fıçısı taşıyan gemiler fıçıları Trabzon'da satarlarsa, her fıçıdan yirmi beşer akçe alınır. Eğer Trabzon'da değil de bir başka limana çıkartırlarsa, on beşer akçe alınır. ‘‘Miso fıçı’’ denilen yarım fıçılardan beşer buçuk akçe alınır. Rakı fıçısından 28, yarım rakı fıçısından da dokuz akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘‘Trabzon Sancağı Kanunnamesi’’, madde: 9).

Küçük sandallar ile yakın yerlerden fıçılarla şarap getirilirse, şarabın en iyi kalitesinden 30, orta kalitesinden 25, yarım fıçıdan da on iki buçuk akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘‘Trabzon Sancağı Kanunnamesi’’, madde: 10).

Gemiler limana şarap getirirlerse fıçı başına otuz akçe alınır ama Menekşe şarabı gelirse, her fıçıdan altmışar akçe alınır (Kanuni Sultan Süleyman'ın ‘‘Selánik Kazası Kanunnamesi’’, madde: 8).

Osmanlı usulü Amerikan bar

16. yüzyıl İstanbul'unda bir şarap dükkánı. Yahudiler ve Müslümanlar serbestçe şarap alıp içiyorlar.

(Prof. Metin And'dan).
Yazarın Tüm Yazıları