AB yolu asıl Ege'den geçiyor

AB'nin geçen haftaki Kopenhag zirvesinde Türkiye'ye tam üyelik müzakereleri için başlangıç tarihi verilmesini 2004 yılı sonuna ertelemesi, Türkiye'yi Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarında artık ertelenemez bir şekilde karar menziline sokuyor.

Kıbrıs, bu iki sorun içinde çok kısa dönemli olandır. Türk tarafının Kıbrıs'ta ne yapacağına karar vermek için yaklaşık üç buçuk aylık bir süresi var.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın hazırladığı çözüm planında tarafların anlaşmayı imzalamaları için konulmuş olan son tarih 28 Şubat'tır. Plana göre, imzalanan anlaşma Kıbrıs'ın her iki kesiminde 30 Mart tarihinde halkoyuna sunulacaktır.

Bunu Avrupa Birliği'nin 10 yeni üyesinin 16 Nisan tarihinde düzenlenecek şaşaalı bir törenle AB ile katılım antlaşmalarını imzalamaları izleyecektir.

MASADA İKİ DOLMAKALEM

Bu törenin fiyakası, Kıbrıs sorununun çözüme kavuşup kavuşmayacağına bağlıdır.

Çözüm bulunursa masanın Kıbrıs'a ayrılan bölümüne iki dolmakalem konulacaktır. Bu takdirde, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Glafkos Klerides, ‘‘kurucu ortaklar’’ olarak antlaşmaya birlikte imza atacaklardır.

Çözüm bulunamazsa, Klerides masaya tek başına oturacak ve atılacak imza yalnızca Rum kesimini temsil edecektir.

Bu yönüyle bakıldığında, Kıbrıslı Türklerin önünde bundan tam 3.5 ay sonra AB vatandaşı olabilmek gibi tarihi bir fırsat vardır.

Ancak Klerides'in tek başına imza atması, bu törenin bütün ihtişamını gölgeleyen bir durum yaratacaktır.

BÜNYE SORUNLU DOKUYU

KABUL EDER Mİ?

Bunun nedeni, AB'nin tarihinde ilk kez sınırları ihtilaflı bir ülkeyi bünyesine alacak olmasıdır.

Bu durum, sağlıklı gelişen bir metabolizmaya sorunlu bir dokunun eklemlenmesine benzetilebilir. AB'nin en son görmek istediği senaryo budur.

AB'nin bu alandaki tedirginliği, Türk tarafının önümüzdeki üç buçuk aylık süre içinde elindeki pazarlık kartlarının aslında hiç de sanıldığı gibi zayıf olmadığını gösteriyor.

Türk tarafı, bu durumu plandaki olumsuzlukları törpüleyebilmek açısından pekálá etkili bir şekilde kullanabilir.

SIRADA EGE KRİTERLERİ VAR

Türk-Yunan sorunları ise orta dönemde Türkiye'nin gündemine giriyor.

İlginçtir ki, Kopenhag kararı ile Türkiye'ye tam üyelik adaylığı statüsünün verildiği 1999 tarihli Helsinki kararı arasındaki önemli bir ortak payda, her iki metinde de 2004 tarihinin zikredilmiş olmasıdır.

Helsinki metninin 4. paragrafı Türk-Yunan sorunları için şu düzenlemeyi getiriyor:

‘‘AB, aday devletleri devam eden sınır anlaşmazlıkları ve ilgili diğer konuları çözmek için her çabayı göstermeye davet eder. Bunda başarılı olunamadığı takdirde, adaylar anlaşmazlıkları makul bir süre içinde Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelidirler. AB, özellikle üyelik süreci üzerindeki yansımalarıyla ilgili olarak, en geç 2004 yılı sonuna kadar Divan yoluyla çözümü teşvik etmek amacıyla bu anlaşmazlıklara ilişkin durumu gözden geçirecektir.’’

EGE'Yİ TARTIŞMAYA HAZIRLANALIM

Burada adayların (Türkiye) katılım süreci ile Türk-Yunan sorunlarının Divan'a götürülmesi arasında doğrudan bir ilişki kurulduğu aşikárdır.

Bir başka deyişle, 2004 yılına gelindiğinde, Türkiye siyasi ölçütlere uygunluğu sağlamış olsa bile, AB, Helsinki'nin bu hükmüne dayanarak, Ege sorunlarının çözümsüzlüğünü Ankara'nın karşısına bir engel olarak rahatlıkla öne sürebilir.

Bu durum, ister istemez, Türkiye'yi önümüzdeki iki yıl içinde Ege sorunlarına çözüm bulmaya dönük arayışlara sevk edecektir.

Dolayısıyla, şimdiden Ege Denizi'nin karasuları, hava sahası, kıta sahanlığı, ekonomik bölge gibi bütün ihtilaflı yönlerini tartışmaya hazırlanmamız gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları