Ve ben o ayinde hazır bulundum!

Güncelleme Tarihi:

Ve ben o ayinde hazır bulundum
Oluşturulma Tarihi: Mart 29, 2005 17:56

Hakkı Devrim yazsın diye bekledim, çünkü... (1) Söz büyüğün! (2) Tiyatro ve Yıldız Kenter söz konusuysa, söz haydi haydi Hakkı Bey'in! (3) Ben orada ‘baba kontenjanından’ hazır bulundum, ama bu tiyatro ayinini, tiyatronun bir tanrıçasına toplu ibadetimizi size mutlaka anlatmam lazım, becerebilirsem... (4) Doğrusu biraz da kopya alma umuduyla bekledim.

“Serdar, pazar günü Dünya Tiyatrolar Günü, Kenterler’de bir oyuna gideceğim, akşam da Yıldız Hanım’ın öğrencileri bir sürpriz yemek düzenlemişler... Kızlardan biri benimle gelir ama (gelini, kız torunu ya da Melek kızı eşlik eder Hakkı Bey’e, annem bir süre böyle toplantılara katılamıyor), sen gelebilsen iyi olur!”

Yıllardır baba oğul tiyatroya gitmemişiz. Son, 2001’in başında, yine böyle Kenter Tiyatrosu’na gitmiştik ailece, Müşfik Kenter’i, Oğuz Abi (Aral) rahmetliyi oynadığı ‘Huysuz İhtiyar’da seyretmeye.

Bu kerre Oscar ve Pembeli Meleği adlı oyunu seyrettik. Tek kişilik. Konusu (ölümü bekleyen on yaşında bir çocuğun son günleri) ve tiyatro tekniği açısından (tek kişilik bir oyun, çocuğu, koruyucu meleğini aynı oyuncu bir buçuk saat soluk almadan canlandırıyor) hırpalayıcı bir oyundu. Hani insana ‘Yıldız Kenter’den başkası bu rolün altından kalkabilir mi acaba?’ dedirtecek gibi. Buna rağmen, olağanüstü bir oyuncu seyrediyorsunuz sahnede, bir tiyatro dersi...

Oyun bitti, içimiz yorgun, gözlerimiz yaşlı... ‘ıstırabımız’ bitmemiş, daha gözyaşı dökmek varmış!

Oyun bitti, seyircinin ayağa kalkmasıyla, Yıldız Kenter’in öğrencileri (aralarında Perran Kutman’la Erdal Özyağcılar’ı seçebildim mesela, dolu dolu ağlıyorlardı) ve kimi seyirciler, sessizce sahneye yürüdüler, hocalarının etrafını aldılar, seyirciden kırmızı karanfiller yağdı. Herkes ayakta, herkes büyük ustanın etrafında, alkış, sadece alkış, sessiz bir alkış ve birlikte gözyaşı... Konuşmaya gerek yok, bu bir ayindir bir tiyatro adibesinin önünde, bir tiyatro tanrıçasına ibadettir!

Sessizce dağıldık!

*

Akşam, bu kez Taksim Sanatevi’nde, yine öğrencileri bir sürpriz daha hazırlamışlar. ‘Birlikte bir yemek’ diye davet etmişler Yıldız Kenter’i. Birlikte... yani geceye yetişebilmiş ne kadar öğrencisi varsa, her biri bugün Türk tiyatrosunda bir yerlere gelmiş sanatçılar, yahut gelecek gencecik oyuncular. Alkışlar, konuşmalar, başta ‘ambiyans koyan yaramaz - ve biraz da, hocanın sevgisine ve hoşgörüsüne güvenerek, şımarık - öğrencileri’ rolünde Müjdat Gezen ve Mustafa Alabora, sevimli bir ‘okul’ havası, saygıda mimiletrik kusur edilmeksizin...

Önce 61 mezunları geldi sahneye, Müjdat Gezen, Mustafa Alabora, Savaş Dinçel, Güler Kıpçak, Hale Akınlı... Yıldız Hanım’ın İstanbul’daki ilk mezunlarıymış. ‘Bana kızdılar, diyor hocaları, ama beni çok sevdiler. Onlardan çok şey öğrendim...’

Ardından... Böyle bir ‘gönül’ gecesi olur da... Sezen olmaz mı, Sezen Aksu da ‘gelirim’ demiş, ‘Yıldız Kenter için koşa koşa gelirim...’

İnanmayacaksınız ama iki diva daha önce hiç bir araya gelmemişler, ama birbirlerini tanır gibiler çünkü uzaktan sevişiyorlar.

Sezen önce ‘Hayat sana teşekkür ederim’i söyledi, Yıldız Hanım’a...

Evcilik oynamayı
Alkışı sevdim
Bıçak sırtlarında dolaşmayı
Tehlikeli sularda seyredip pupa yelken
Geçici emniyetlere ulaşmayı
Alkışı sevdim
Kadınları, erkekleri, romanları
Hele başkaldıranları
Acılarım oldu herkes gibi elbet
Herkese kısmet olmayan sevinçlerim
Unutulmayı da göze aldım, evet
Hayat sana teşekkür ederim

‘Hayallerimle vardı Yıldız Kenter” dedi Sezen “meğer sevmiş beni, bir hayırsever söyleyiverdi...’

Bir törende Yıldız Hanım’dan bir şarkı söylemesini istemişler, ‘Kaybolan yıllar’ı söylemiş. Uğur Yücel oradaymış, cebinden hemen Sezen’i aramış, ‘Sana bir sürprizim var, bak Yıldız Kenter ne söylüyor...’ Dinletmiş Sezen’e, ‘Darmadağan oldum, ağladım, başıma bir taç kondu o anda... Hayatın bana en büyük armağanlarından biriyidi’ diyor Sezen.

Ve ellerinde mikrofon, bu iki sanat abidesi, birlikte söylüyorlar (Yıldız Hanım ‘Ama ben sürekli ağlıyorum...’ diyor o tanıdık ses vurgusuyla, bir öğrencisi hepimizin adına cevap veriyor, ‘Biz de hocam, biz de...’) ve biz, bir avuç kısmetli, eşlik ediyoruz:

Dönüşü yok beraberce karar verdik ayrılmaya
Alışmalı arkadaşça yolları ayırmaya
Şimdi artık gözyaşları gereksiz akmamalı
Alışmalı kendi yaramızı kendimiz sarmaya

Şimdi artık kelimeler yetersiz anlamı yok
Yitirmişiz anılarla beraber faydası yok
Gel bunları bırakalım artık bir tarafa
Gerçeği görmeliyiz dostum başka çaresi yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

*

Bu arada öğrencileri sırada, sadece ‘tanınmış oyuncular’ değil, yüzünü dizilerden bildiğimiz ama adını daha belleyemediğimiz gençler, hatta yeni mezunlar, öğrenci kızlar, delikanlılar... Birer ikişer hocalarının dizi dibine çöküyorlar, ellerini yüzlerine sürüyorlar, uzanıp uzanıp yanağından öpüyorlar...

Gözleri yaşlı, ‘Mutluyum’ diyor hocaları, tiyatroyu ayakta tutmak için yetiştirdiği nesillere güveniyor belli...

Ve ben, Serdar, bu oyunda, bu gecede, Türk tiyatrosunun bir tanrıçasına ithaf edilen bu ayinde hazır bulundum!..

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!