Van’da onbirinci çocuk

ÇOK deprem yaşıyoruz. Çok anamız, babamız, çocuklarımız ölüyor. Çok evimiz yıkılıyor.

Haberin Devamı

Çok hayatımız kararıyor. Çok açıkta kalıyoruz, Çok açlık çekiyoruz. Çok çadır kuruyoruz.
Ama, hiç bir depremde Van’daki kadar çadırlarda yangın çıkmıyor, çıkan yangınlarda bu kadar çok insan ölmüyor. Çadırda çıkan yangında bir çocuk daha hayatını kaybediyor, yangında ölen onbirinci çocuk.
Kimsenin kılı kıpırdamıyor. Ölümlere kanıksamış bir ülke, çadırda çıkan yangınlara da sırtını dönüp gidiyor. Kim öle, kim kala, fark etmiyor.
Kimse o yangınların hesabını sormuyor. “Sobadan sıçrayan kıvılcımın sebep olduğu yangın” geçiştirmesiyle, o ölümü anında unutuyoruz. O kadar çok ölüm görüyoruz ki, hangisinin hesabını soracağız.
Yangın neden çıkıyor? Neden hep kıvılcım sıçrıyor? Daha önce deprem çadırlarında sıçramayan kıvılcım neden şimdi çadırları tutuşuyor?

ORADA HAYAT NASIL

Van’da başka sorular da var.
- O çadırlar insanları gerçekten soğuğa karşı koruyor mu? “Ocakta çadırlarda kimse kalmayacak” diye söz veriliyor. İşte, ocak bitti, çadırlarda kimse kalmadı mı?
- Van’a gönderilen yardımlar gerçekten herkese ulaşıyor mu?
- Devlet her mahalleye, her köye ulaşıyor mu?
- Muhtarlar neden istifa ediyor?
- Van’da yaşayan esnafın yüzde 70-80’inin ailesi başka yerle göç ediyor. Ama, esnafın kendisi dükkanını bırakmıyor. Onlara gerekli kredi veriliyor mu?
- İnsanlar yaşadıkları travmayı atlatıyor mu, yoksa sık sık tekrarlayan depremler o travmayı körüklüyor mu? Buna karşı, hangi psikolojik tedavi uygulanıyor?
- İster istemez gecikmeyle başlayan eğitim okullarda gerçekten düzgün yürüyor mu?
- Geceleri kent güvenlik içinde mi, yoksa kendi güvenliğini herkes hala kendi mi sağlama çabasında?
Bu sorunları gidermeye yarayacak başka bir temel soru var:
Van’da görev yapan gazeteciler gördüklerini olduğu gibi yansıtma özgürlüğüne sahip mi? Yazdıkları, TV’lere aktardıkları görüntüler tam olarak yayınlanabiliyor mu?

DUYAN VARSA

Haberin Devamı

Çok deprem görüyoruz. Ama, Van’daki deprem kadar sorunların bu kadar uzun süre içinde hâlâ çözülmediği bir deprem yok.
Elbette evler şıp şak bitecek değil, elbette eğitim eskisi gibi anında okul binalarında yapılacak değil, elbette çöken hayatlar kısa sürede eski halini alacak değil. Bununla birlikte, Van’da yolunda gitmeyen işler var.
On birinci çocuk ölümü bu gerçeği yeterince haykırıyor, duyan varsa.

Ordu Üniversitesi bir garip yer

ORDU Üniversitesi ile ilgili bazı iddialar var. Bu iddialar özetle:
Ordu Üniversitesi’ne bağlı Turizm ve Uygulama Okulu bünyesinde bir lokal var. İnsanlar ara sıra oraya gidiyor, aileleriyle bir kadeh içiyor, kendi halinde evlerine dönüyor.
Hatta, zaman zaman kadın kadına sohbetler yapılıyor, kimse de yan gözle bakmıyor.
Ordu Üniversitesi’ne geçen mayıs ayında yeni bir rektör atanıyor. Rektör bey turizm ve otelcilik lokalinde önce içkiyi yasaklıyor. Ardından aynı yerde bazı görevlilerin işine son veriliyor.
Derken, rektör bey sosyal medyaya erişimi yasaklıyor, facebook, twitter, msn erişimleri. Üniversitede bu absürt bir yasak.
Bunlar iddia. İddiaları sahibine sormak istiyorum, doğru mu, yanlış mı? Rektör beyi arıyorum, sayın rektöre ulaşmak mümkün değil.
Bilim adamı olarak rektör beyin medeni cesaret sahibi olduğuna inanıyorum. Hayır, telefondan kaçmamıştır, kaç gündür yoğun işi vardır mutlaka.
Rektör beyin cevap hakkı bakidir.

Gül’ün sözleri neyi değiştiriyor

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül alışılmış o yuvarlak laflarından birini ediyor:
“Basın özgürlüğü kirlenirse, hiç bir şey görünmez. Türkiye’nin en titiz koruması gereken alan budur, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, insan haklarıyla ilgili söylüyorum.”
Kirlenmiş zaten kirleneceği kadar. Öyle kirlenmiş ki, uluslararası ölçülerde dünya sıralamasında on basamak geriye giderek, 148. duruma düşüyoruz, daha ne olacak.
Son örnek Van’dan. Van’a giden CHP heyetinin raporundan:
“Van’da yaşanan sorunlar ortaya çıkarılamıyor. Bunun önemli sebeplerinde biri baskı altında kalmış, sansürlenen basın mensuplarının durumudur. Gazeteciler haber yapmada ciddi ambargo yaşadıklarını belirttiler.”
Gül’ün ifadesiyle, bu durumda Van’da kirlenme var ve hiç bir şey görünmüyor. Gül ekliyor:
“Bütün Türkiye’nin çok dikkat etmesi gerekir.”
Peki, dikkat edelim, sonra? Dikkat edeceğiz de, ne olacak? İçeri giren gazeteci sayısı 105’e yükselirken, kim dikkat edecek?
Cumhurbaşkanı Gül zaman zaman basın özgürlüğü, yargı, herhangi bir dava, herkesi irkilten bir sorunla ilgili açıklamalar yapıyor. Oysa, Cumhurbaşkanı olarak yaptırım makamında, söylemek yetmiyor, sözleri neyi değiştiriyor, ona bakmak gerek.
O sözlerden sonra hangi girişimde bulunuyor, örneğin, tutukluluk süresi mi azalıyor, gazeteciler serbest mi kalıyor, zanlılar dururken savcılara dava açılması mı askıya alınıyor, hangisi?
Söz uçuyor, gazetecilere demir parmaklıklar yerinden oynamıyor.

Yazarın Tüm Yazıları