Utanırlarsa...

BU da yeni âdet oldu. En “demokrat” geçinen kalemlere bakıyorsunuz, kendileri gibi düşünmeyenleri, olaylarıkendilerinden farklı şekilde değerlendirenleri ya “darbeci” olarak nitelendiriyorlar yahut da -şimdi moda ya- “askerlerin uşağı” olmakla suçluyorlar. Artık kimseye “andıç”çı demiyorlar. Çünkü “andıççı”lığın bin beterini onlar yapıyor.

Haberin Devamı

Galiba önceki gündü. Bir gazete, kendisinin tüm öteki gazeteleri atlatarak verdiği haberin, ertesi gün veya bir sonraki gün, başka bazı gazetelerde yer almamasını nerdeyse ağır bir suçmuş gibi sunuyordu.


Bizim bildiğimiz gazetecilikte başkalarını “atlatma” yani onlarda bulunmayan bir haberi verme, iyidir, başarıdır. Gazeteci bu başarısıyla iftihar eder. Onunla da kalmaz. Yeni atlatmaların ardına düşer. Bulursa yeni başarısı nedeniyle tekrar mutlu olur.


Zaten gazeteciliğin en keyifli tarafı da budur.


Ama bu keyif, başkalarını “Sen neden o haberi alıp yayımlamıyorsun?” suçlamasına yol açmaz.


Sen yayımlarsın, ben yayımlamam.


Sana ne?


Bizim bildiğimiz “demokrat”lığın temel ölçüsü, başkalarını kendi tercihlerinde serbest bırakmaktır.

Haberin Devamı


Hayır! Bunlar gibi düşünmezsen, “darbeci”sin. Bunların korosuna katılmazsan, en azından “ulusalcı” (keşke onlar da ulusalcı olsa) yahut “postal yalayıcı” sayılıyorsun.


Hani “demokrasi çoğulculuk üzerinde yaşayan bir rejim” idi.


Bir de “cesaret” tafrası satmazlar mı?


Bu babayiğitler çok değil on sene önce neredeydi? Şimdi üzerine çemkirdiklerinin gölgesine selam durdukları günleri unuttuk mu?


Biliyorsunuz son zamanlarda Deniz Albayı Dursun Çiçek’le bağlantılı iki “ihbar mektubu”ndan söz edildi. İddiaya göre bunları postaya veren kişi aynı mektupları Savcılıktan ayrı olarak Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a da göndermişti.


Hem bu sözü ciddiye aldılar hem de söz konusu mektupları çarşaf çarşaf yayımladılar. Hem de “Acaba bu sahte bir mektup mu?” demeden.


Ama hâlâ ne Savcıya gelen bir mektup var, ne de Cumhurbaşkanı veya Başbakan’a!


Biz bir tarihte kaynağı resmi makam olan bir habere dayanarak, “Basında PKK ile işbirliği yapan hangi alçak varsa tanıyalım” dedik diye, kıyametleri kopardılar. Kaynağın bizi aldattığını anlayınca o olayda mağdur edilen meslektaşlarımızdan kaç kere özür diledik. Ama hâlâ, “Sen alçakları tanıyalım, başlıklı makaleyi yazmamış mıydın? Nasıl gazetecisin? O haberin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorulmaz mı?” diyorlar.

Haberin Devamı


A insafsızlar... Aylardır -özellikle Ergenekon soruşturması bağlamında- yazmadığınız yalan, etmediğiniz iftira kalmadı. Bunlar “andıç’ın bin beteri” diye bir kere olsun düşündünüz mü? Bunca yalan ve iftira nedeniyle bir kere olsun mağdur ettiğiniz insanlardan özür dilediniz mi? Hepsini bir kenara bırakın sırf Van
Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’a attığınız iftiralar yüzünden bir saniye olsun yüzünüz kızardı mı?

Yazarın Tüm Yazıları