Ulus Pazarı

Pakize SUDA
Haberin Devamı

Geçen gün bir arkadaşımın üzerinde güzel bir bluz gördüm; Ulus Pazarı'ndan almış. Birden epeydir pazara gitmediğim geldi aklıma. Çok severim pazarı. Hele Ulus Pazarı; bilenler bilir. Akmerkez'in açıkhava şubesi gibidir. Makyaj malzemesinden tutun da yatak örtüsüne kadar ne ararsanız bulursunuz.

Duyduğuma göre, civar illerden günübirlik turlar düzenleniyormuş Ulus Pazarı'na. Kadın kısmı bir yerde bir şey satıldığını duymasın; ‘‘İlim Çin'de olsa git öğren’’ demişler ya, kadınlara sorarsanız o sözün aslı ‘‘Her ne olursa olsun, Çin'de satılsa git al’’ şeklindedir.

Allah'tan Ulus Pazarı bana o kadar uzak değil, hatta burnumun dibinde diyebilirim. O halde derhal programa almalıyım ve aldım da. Tülay'la pazarın girişinde buluşmak üzere sözleştik ve hazırlıklara başladım. ‘‘Ne hazırlığı?’’ derseniz, yankesicilerden korunma hazırlığı. Söylenenlere göre pazardaki on kişiden beşi yankesiciymiş, kılık kıyafetlerinden de hiç belli olmuyormuş.

***

Yıllar önce başıma geldi. O zaman Beşiktaş Pazarı modaydı. İstanbul'u bilmeyenler için söylüyorum; bu İstanbul'da her şeyin modası var efendim. İnanmayacaksınız, mezarlığın bile moda olanı, demode olanı var.

Uzatmayayım, yıllar önce bir gün, yine Tülay'la Beşiktaş Pazarı'na gittik. Ben de o sıralar arabamı satmıştım, o gün son taksidi alıp çantama koydum. Tezgahlarda ne varsa elliyoruz. Kimini havaya kaldırıp bakıyoruz, kimini üstümüze tutuyoruz. Nihayet gözüme bir şey kestirdim, alacağım. Çantamı açtım, sigara paketinden başka bir şey yok. Gerisini hatırlamıyorum. Aklım başıma geldiğinde kaldırıma oturmuş ağlıyordum, Tülay da başımda dövünüyordu.

O gün bugündür pazara giderken savaşa gider gibi hazırlanırım. Hazırlığın detaylarını burada anlatamam, takdir edersiniz ki yankesicilerin de okuma yazması var.

***

Neyse, pazar yerine vasıl oldum. Sözleştiğimiz yerde Tülay'ı beklerken simitçiler ilişti gözüme. Görmeyeli ürün çeşitlemesine gitmişler; klasik yuvarlak simidin yanı sıra, uzun saç örgüsü biçiminde simitler de var. Bir torba dolusu aldım. Tülay elimdeki torbayı görünce, ‘‘Kim yiyecek o kadar simidi’’ dedi. ‘‘Olsun, evde bulunsun’’ dedim. İlk defa simit stok eden birini görüyormuş. Eee her şeyin bir ilki vardır.

***

Ve kalabalığa katıldık. Artık bundan sonrası bizden çıktı. Kadınlar topluluğu ne tarafa seğirtse biz de o tarafa, hangi tezgahın önünde dururlarsa biz de... Onların hilafına adım atmak mümkün değil. Böyle bir gayret içine girmek akıntıya kürek çekmek gibi bir şey.

Öylece kapılmış giderken, bir ara terlikçinin önünde durayım dedim. Ne mümkün, arkamdan ite kaka gecelikçinin önüne kadar sürüklediler beni. ‘‘Ayol benden iyi mi bileceksiniz, geceliğe değil terliğe ihtiyacım var’’ diyecek oldum, nafile. ‘‘Evdeki hesap çarşıya uymaz’’ lafının nereden çıktığını şimdi anlıyorum. Galiba evden çıkarken almayı kafaya koyduğum şeylerden vazgeçmek zorunda kalacağım.

Pazar yerinde bile özgürlük yok. İyi ki girişte simitleri almışım. Hiç olmazsa özgür irademle aldığım bir şey var eve götürebileceğim.

***

Pazar ahalisi olarak bir nehir misali akıyoruz sokak boyunca. Çamaşırcının önünde durduk. Kadınlar külotların birini alıp ötekini bırakıyorlar. İki elleriyle iki ucundan tutup yukarı kaldırıyorlar sonra da başlarını geriye doğru atıp külodu uzun uzun süzüyorlar. Onu atıp yenisini alıyorlar. Bu böyle sürüp gidiyor, taaa ki tezgahta külot kalmayıncaya kadar. Oh! Nihayet gidiyoruz. Bakalım kader bu sefer nereye sürükleyecek?

Kap kacak satılan tezgahın önündeyiz. Bu arada dikkatimi çeken bir şey var; bütün tezgahlarda ‘‘kredi kartı geçer’’ yazıyor. ‘‘Bu da bir şey mi?’’ dedi Tülay. ‘‘Limoncu bile dolar, mark bozuyor.’’

Ben bunlara şaşarken birden gözüme rendeler ilişti. Birini kaptım. Gerçi evde rende var, ama olsun, fazla rende göz çıkarmaz. Hem günün birinde ben soğan rendelerken kardeşim havuç rendelemek isterse ne olacak? Aman Allah'ım! Ben bunu daha önce nasıl akıl edemedim. İyi ki durmuşuz şu tezgahın önünde.

Bu durum hoşuma gitmeye başladı. İnsanın hayatında sürprizler olması çok hoş. Bakalım neler alacağım pazardan. Çok heyecanlıyım. Gidiyoruz, gidiyoruz, pantoloncuyu geçtik, peynircide durduk.

Bu Ulus Pazarı'nın bir özelliği var; tezgahlar sattıkları malın cinsine göre gruplaşmamışlar. Ayakkabıcının yanında turşucu, zerzevatçının yanında terlikçi var. Herhalde domates almaya gelene, bir çift de terlik kakalamak umudu ve gayreti içindeler.

Peynirci hemşehrim çıktı, İzmirliymiş. Saymadım ama yüze yakın peynir-zeytin çeşidi vardı. ‘‘Şu ne?’’, ‘‘O tuzlu mu?’’, ‘‘Bu yağlı mı?’’ derken yarım kilo peynir yemişimdir ayak üstü. Bir elimde de simit var. Şimdi şuradan termosla çay satan biri geçse... Nerdee benim gibi müteşebbis.

Bu arada önüme geçip ‘‘Siz Pakize Suda'sınız değil mi, yazılarınıza bayılıyoruz’’ diyenler var. Yalnız yüzlerinde biraz şaşkınlık ifadesi görür gibi oldum. Galiba ağzımdaki peyniri yadırgadılar. Belli ki bizi ‘‘yemez, içmez, hele pazarda hiç gezmez’’ bellemişler. Neyse, pazardaki popülaritem çok iyi. Acaba öteki pazarlarda durumum nasıl? Salı günü de Kadıköy'e gitmeli.

***

Dura kalka, itile ittire pazarın sonuna geldik. Elimde birtakım torbalar var. Ancak içlerinde neler olduğunu tam olarak hatırlamıyorum, evde göreceğim.

Ve eve geldim, torbaları açtım. Birinden keten bir masa örtüsü çıktı. Kardeşim illa itiraz edecek ya, hemen masamızın yuvarlak olduğundan, dolayısıyla bu dikdörtgen masa örtüsünü ne yapacağımızdan girdi lafa. Ben de cevaben ‘‘Ömür boyu yuvarlak masayla düşüp kalkacak halimiz yok; insanlar kocalarını bile yeniliyorlar. Dikdörtgen bir masa aldığımızda elimizin altında örtümüzün hazır olması fena mı?’’ dedim. Bu makul cevaba bir şey diyemedi tabii.

Sıra geldi rendeye. Evdeki rendeyi bile kullanmıyormuşuz, rondo her işi görüyormuş, falan filan... Oysa ben o rendeyi tamamen onu düşünerek almıştım. ‘‘Ablamın rendesi var, benim yok’’ düşüncesiyle mahzun olmasın diye. Nerdeee bunu anlayacak incelik.

En çok baklaya söylendi. Daha dün bakla pişirmişiz, henüz yememişiz bile, dolapta duruyormuş. Bende baklasız kalma fobisi mi varmış. Bunda haklı. Ne diyeyim, Allah beni bildiği gibi yapsın.

Mış muş köşesi...

l Bir kutu Viagra için en az üç günlük bürokrasi gerekiyormuş.

Hasret tükenmez gibi, kavuşmak bir dakika.

l Vergiye tam uyan şirket 5 yılda batarmış.

Kuşaklardır süregelen şirketler buna ne diyecekler?

l Demirel, ‘‘Kimse anadan doğma suçlu değildir’’ demiş.

Sahi, bak bu hiç aklımıza gelmemişti.

l Yalancının burnu uzuyormuş.

Burun estetiği ameliyatlarındaki artışın nedeni anlaşıldı.

l Hillary Clinton ‘‘Bill'i henüz affetmedim’’ demiş.

Kadın kısmı böyledir; adamı kıvrandırıp durumun tadını çıkarıyor.

l Rahşan Ecevit'in MHP hakkında söyledikleri koalisyon ihtimalini yok etmiş.

‘‘Söyleyene değil, söyletene bak’’ demişler.



Yazarın Tüm Yazıları