Ülke kültürü, şirket kültürü ve global markalar

BUGÜN size yine çok ilginç bir kitaptan söz edeceğim. Şirket Kültürleri ve Global Markalar. Yazarı Albrecht Rothacher. 2004 yılında basılmış. Yayınevi World Scientific bilinen bir yayınevi olmadığı için ancak yeni ulaşabildim. Benim için yeni anlayacağınız.

Yazar kitapta çok ilginç bir şey yapmış. Mars, Lindt, McDonals’s, Coca-Cola, Benetton, Nike, Sony, Virgin, Toyota, BMW, Rover, Lego, Disney, Fiat, Ikea, Nokia gibi 17 dünya markasının örgüt kültürlerini incelemiş.

İnceleme sonucunda da kimi şirketin karizmatik lidere dayanan ‘güç kültürüne’, kiminin tanımlanmış rollere dayayan ‘bürokratik rol kültürüne’, bazılarının küçük grupların etkin çalıştığı ‘görev kültürüne’, bazılarının da bireysel işlemlerin baskın olduğu ‘kişi kültürüne’ sahip olduğunu bulmuş.

Rothacker’in diğer bir bulgusu ise şu: Şirketlerin kurumsal kültürleri ile marka imajları tutarlılık gösteriyor. Örgüt kültürlerinin markaların pazardaki duruşlarını etkilediği bir kere daha kanıtlanmış anlayacağınız. Eğer ‘marka’ yaratmak istiyorsanız önce örgütünüzün nasıl bir kültürden beslendiğini çok iyi analiz etmeniz gerekiyor.

Rothacker’in satır aralarında söylediği iki şeye ise ulus olarak kulak vermemiz şart.

İlki şu: ‘Dünya markalarının arkasında mutlaka pazarlama ve üretim dahisi bir kurucu var. Mars’ta Forrest Mars, Ikea’da Ingvar Kamprad, Nike’da Phil Knight, Sony’de Akio Morito, Disney’de Disney kardeşler, Lego’da Cristiansen ailesi, Fiat’ta Giovanni Agnelli, Benetton’da Luciana Benetton, Virgin’da Richard Branson, McDonald’s da Ray Kroc ve Coca-Cola’da Robert Woosruff.’

Dünya markası yaratmak istiyorsak ‘sermaye’den daha çok böyle pazarlama ve üretim dehalarına gereksinim duyduğumuz çok açık.

İkincisi şu: ‘Ulusal işletme kültürleri de kurum kimlikleri ve marka imajlarını yapılandırmada önemli rol oynarlar. Alman ve Japon ürünleri güçlü mühendislik ve güvenilir kalite üzerine otururlar. Örgüt kültürleri daha çok rol kültürüne dayanır. Fransız ve İtalyan ürünleri ise tasarım, yaratıcılık üzerine otururlar. Kültürleri de güç kültürüdür.’

Peki Türk ürünlerinin neyin üzerine oturduğu konusunda bir fikri olan var mı? Kalite? Mühendislik? Tasarım? Yaratıcılık? Teknoloji.

Bu sorunun yanıtını vermek için Amerikalı Perakende devi Wal- Mart’ın Türkiye’de yaptığı ürün alım görüşmelerine dönelim.

Wal-Mart Türkiye’den 500 milyon dolarlık ürün alacakmış. Görüşmeye Türkiye’den katılan firmalara bakalım: Arsa Cam sanayi, Monna Glass/Ozcam Sanayi, Art Craft, Solmaz Mercan Mutfak, Kütahya Porselen, Porser Porselen, Güzeliş Porselen, Güral Porselen, Porland Porselen, Sanat Toprak Ürünleri, Boğaziçi Hediyelik Eşya, Atasay Kuyumculuk, Akyüz Plastik, Öztiryakiler madeni eşya, Kumtel Dayanıklı Tüketim malları, Ernamas Makine.

Yukarıdaki ürünlerde ortak bir nokta görüyor musunuz? Ben görüyorum.Türkiye’ye özgün olmak, el-işini çağrıştırmak.

Türkiye global pazarlarda ‘el işi, göz nuruna’ oynayarak nereye kadar gidebilir ki! Tabii ki ‘el işi göz nuru’ da olmalıÖAma bu ülkenin küresel ticaretten daha fazla pay almasını istiyorsak Wal-Mart’a satacağımız çok daha fazla ürün olmalı. İlaçtan, otomotive.Oyuncaktan spor malzemesine. Ofis ürünlerinden dvd oynatıcıya.

Haksız mıyım? Ama ‘el işi göz nuru’ üzerine oturarak bu ürünleri satamayız. Türk ürünlerinin üzerine oturduğu ‘sağlam’ bir rekabetçi değer yaratmamız şart.

(*) Rothacker Albrecht, Corporate Cultures and Global Brands, World Scientific, 2004.

Atilla Koç’un ilk tanıtım ihalesi

TURİZM ve Kültür Bakanlığı’nın her yıl açmış olduğu ‘Türkiye Tanıtım İhalesi’nin başvuru süresi doldu. Şimdi sıra bakanlığın ilgili birimlerinde. Jüriler kurulacak. Türkiye’yi değişik ‘ülkeler’ için firmalar belirlenecek. İlke olarak Türkiye’yi tanıtacak ajansların her yıl ihale ile seçilmesine karşıyım. Yarışmayla verirsin bir ajansa sonuçları ölçersin, başarısız olursa değiştirirsin. Ama Türk zekası bu tür sorunları çözmeye yetmiyor işte. Bir de hiçbir şekilde birbirimize güvenmeyen bir toplum olduğumuz için şaibe olmasın diye ‘yaratıcılığı’ bile ihale sürecine kurban ediyoruz. Yapacak bir şey yok. Bekleyeceğiz. Daha önceki yıllarda her ihale sonrasında söylentiden, şikayetten geçilmezdi. Hatta reklamcılar ‘artık güvenmiyoruz, katılmayacağız’ diyenlerin sayısı da çoktu. Bakalım Atilla Koç yönetiminde de ihaleden sonra aynı dedikodular çıkacak mı?

Süt gribi çıkmadan önce

‘KUŞ gribi’ tehdidi nedeniyle nihayet. Türkiye hijyenik koşullarda ‘kanatlı hayvan’ satışına kavuşacak gibi. Belediyelerin, il sağlık müdürlüklerinin, il tarım müdürlüklerinin bu konuda üstelerine düşeni yapmaları şart! Olur olmaz yerlere ‘kesimhane’ ruhsatı vermeden önce herkesin iki kere düşünmesi şart! Özellikle belediye başkanları bu konuyla şahsen ilgilenmezlerse işimiz çok zor. Gerçekten çok zor.

Manyas’ta hasta hindilerin satışa sunulmuş olduğunu düşünsenize. Eğer açıkta, ambalajsız satılsalar hangi kesimhaneden geldiklerini nereden bilecektik. Nasıl virüslü ürünleri virüssüzlerden ayıracaktık? Gıda işinde geriye doğru izleme çok önemli.Gerektiğinde raftaki her malın üreticisine, kesildiği yere, ulaşılmak zorunda. Bunun da tek yolu da raflarda ‘açık ürün’ lerle savaşmak.Yasa var, uygulansa sorun biterÖ İsveç’te, Norveç’te raftaki tavukların, hindilerin üzerinde yetiştiricilerinin isimleri, adresleri bile var.Bizde niye olmasın?

Sorun sadece kanatlı hayvan satışında da değil .Türkiye’de hala % 62 oranında açık süt tüketiliyor. Nereden geldiği belli olmayan, nerede sapıldığı belli olmayan, bakterisi bol binlerce ton süt.Sütle ilgili bir ‘grip’ vakası ortaya çıkmadan bu rezaletin de önüne mutlaka geçmeliyiz. Tarım bakanlığı sadece kriz dönemlerinde değil normal dönemlerde doğru işleri yapmalı. Bir konuda da Avrupa Birliği uyarmadan prokatif olsak ne olur? Açık ürünleri rafa çıkartmamak ya da satışını engellemek niye bu kadar zor?

ÇEKİRGELİK

Düşmanlarına dikkat et! Hatalarını ilk gören onlar olacaktır.

(Antisthenes)
Yazarın Tüm Yazıları