Uday göz koyunca kocası kovuyor

Güncelleme Tarihi:

Uday göz koyunca kocası kovuyor
Oluşturulma Tarihi: Ocak 21, 1999 00:00

Haberin Devamı

Körfez Savaşı sonrasında Kuzey Irak'taki Muhaberat bürolarında yüzlerce çıplak kadın fotoğrafı bulunmuştu. Saddam'ın istihbarat örgütünün, kadınları şantajla çalıştırdığı o tarihten önce de biliniyordu. Ama bu fotoğraflar, bu örgütte ‘Kadın onurunu zedeleme’ bölümü kurulduğunun ilk kanıtlarıydı. Kadın avcıları, tecavüzcüler, bu örgütün kadrosundaydı. Irak'tan kaçan kadınların anlattıkları, bu durumu doğruluyordu...

Muhaberat'ın kurbanlarından biri, evli, üç çocuklu bir ev kadınıydı. Kuzey'deki Kürt bölgesinde akrabaları vardı. Zaman zaman onların yanına gidip geliyordu. 1995 yılında birgün, kadını karakola çağırdılar. Hayatı boyunca hiç karakola gitmemişti. Yalnız başına gitmeye korktu. Yanına bir komşusunu aldı. Onunla beraber gitti karakola. Kadın yalnız olmayınca sadece konuşmakla yetindiler:

- Akrabalarının yanına Kuzeye giderken bizim vereceğimiz adreslere mektup götür. Memleketine faydalı ol.

Kadın, ne diyeceğini bilemedi. Bu işe can atmadığı belliydi. Muhaberatçılar, fazla ısrarcı olmadılar, bıraktılar.

Bir süre sonra yeniden çağırdılar. ‘‘Komşu kadını bir daha rahatsız etmeyeyim, hemen gider gelirim’’ diye düşündü. İlk gidişinde birşey olmamasına güvendi. Yanılmıştı. Muhaberatçılar, bu kez acımasızdı. Direnmesine aldırmadılar. Tecavüz edip fotoğraflarını çektiler. ‘‘Artık bizim için çalışmaya mecbursun. Yoksa kocana bu fotoğrafları gösteririz’’ dediler. Kocası bu fotoğrafları görürse onu öldürürdü! Irak'ta kadın olmak zordu! Başkasıyla birlikte olan kadının yaşama şansı kalmazdı. Tecavüz de edilmiş olsa durum değişmezdi. Yasalar da bu tür cinayetleri hoşgörüyor, kadın katilleri çoğu zaman yargılanmıyordu bile...

Kuşkusuz kadın bunları biliyordu. Dünyası yıkılmıştı. Evine kapandı. Hiç dışarı çıkmıyor, çok az insanla görüşüyordu. Bir gün, 17 yaşındaki kızı eve erken geldi. Kızın çalıştığı kuaför dükkanına gelen adamlar, onu götürmek istemişlerdi. Bir devlet büyüğünün adını vermiş, onun karısının saçlarını yaptıracaklarını söylemişlerdi. Hemen durumu anlayan kuaför araya girmiş, ‘‘O çok yeni, iyi yapamaz. Ben kendim geleyim’’ demişti. Adam, döndükten sonra kızı bir kenara çekmiş, ‘‘Pılını pırtını topla kaç. Bir daha dükkana gelme. Gelecek sefere seni kurtaramam’’ deyip evine göndermişti.

O sırada telefon çaldı. ‘‘Böyle devam edersen sana yaptıklarımızı kızına da yaparız.’’ Kadın, ilk iş olarak kızını, Kuzeydeki akrabalarının yanına gönderdi. Ardından durumu kocasına anlattı. ‘‘Ben kaçacağım, başka çarem yok, kabul ediyorsan sen de gel.’’ Kocası kabul etti ve birlikte kaçtılar. Önce Kuzeye oradan da kızlarını alıp Türkiye'ye...

Her kadın bu kadar şanslı değildi. Muhaberat'ın avı haline gelen kadınların çoğu kurtulamıyordu. Ya öldürülüyor ya da Muhaberat'ın istediklerini yapmak zorunda kalıyordu. Özellikle Bağdat'taki otellerde çalışan kadınların hemen tamamı örgüte çalışıyordu.

GÜZEL KADIN GÖRÜNCE

Iraklı kadınların tek sorunu Muhaberat değil. Bir de Saddam'ın büyük oğlu Uday var. Görüp beğendiği her güzel kıza el koyan, reddedeni öldürten bir çılgın...

Uday, 1995 yılında bir bankaya gitmişti. Alımlı bir kadına takıldı gözü. Kadın, hemen gözünü yere indirdi. Korkmuştu. 35 yaşında dul bir kadındı. Kocası İran savaşında ölmüş, bir oğluyla yalnız kalmıştı. Hayatı zaten güçlükler içinde geçiyordu! Birkaç saat sonra telefon çaldı, açtı. Arayan Uday'dı. ‘‘Bana gel, yemek yiyelim. Sen benim ne istediğimi bilirsin.’’ Yanıtını beklemeye bile gerek görmeden kapattı.

Kadın, telaş içinde bankanın santralına koştu. Nereden arandığını sordu. Başkanlık sarayından aranmıştı! Demek ki, arayan gerçekten de Uday'dı. Emin oldu. Evine döndü, küçük oğlunu yanına aldı, herşeyini bırakıp yola çıktı. Korku içindeydi. Uday'ın gölgesi, onu sınıra kadar izledi. Türkiye'ye adım atınca rahat bir nefes aldı...

Çoğu öykü, böylesi ‘mutlu’ sonla noktalanmıyor. Uday'ın yatağına girmeden kaçabilen kadınların sayısı çok değil. Uday'ın aynı yıl bir devlet dairesinde gördüğü kadının başına gelenler böylesine bir örnek... Genç kadının güzelliği dillere destan olmuştu. Evli ve iki çocukluydu. Memur olarak çalışıyordu. Bir gün, Uday çıkageldi. ‘‘Gel, benimle beraber ol.’’ Kadın, ‘‘Evliyim’’ dedi.

Günler birbirini kovaladı. Üç ay kadar sonra Muhaberat'tan adamlar geldi. Bir mahkeme kararını uzattılar. Kağıdı alan kadın şaşırdı. Altı ay kadar önce boşanmıştı! Kadın panik içinde kocasına gitti. Mahkeme kararını gösterdi, olayı anlattı. Kocasının ailesiyle birlikte oturuyorlardı. Onlar da kocası da korktular. ‘‘Git burdan’’ dediler. Yapabilecekleri birşey yoktu!

Uday'a gitmekten başka çaresi kalmamıştı. İlk günler debdebeli bir yaşamı vardı. Uday, onu koluna takıp, toplantılara, eğlence yerlerine de götürüyordu. Bu durum sekiz ay kadar sürdü. Uday, hevesini alınca onu bıraktı. Yalnız, üstelik damgalanmış bir kadındı artık. Uday'ın adamları tebelleş oldular. Kadının direnmeleri fayda vermedi. Tecavüzler birbirini izledi. Dayanamayan kadın, büyükannesinin Bağdat dışındaki evine kaçtı. Orada da bulup gözaltına aldılar. Yine tecavüz ettiler. Onu rahat bırakmak gibi bir niyetleri yoktu. Üstelik casusluk yapmasını istiyorlardı.

İlk fırsatta kaçtı. Mülteci olup başka bir ülkeye gitmek için başvurdu. Kararı beklerken, İstanbul'da bir ailenin yanında çalışmaya başladı. Sorunları yine bitmedi. Irak'tan kaçan bazı akrabaları onu buldu. ‘‘Sen bunları hak ettin’’ diye dövüp elindeki paraları alıyorlardı. Aşağılanması bununla da kalmadı. Mürebbiyelik yaptığı evin erkeği de tecavüz etti ona...

Artık o da kendisini ‘cinsel obje’ olarak görmeye başlamıştı. Kişiliği paramparça olmuş, savunma mekanizmaları tükenmişti. Üçüncü bir ülkeye gönderilmeden önce bir süre psikolojik tedavi gördü...

ADAMA GİYDİRİLEN ETEK

Irak'ta tecavüz, kimi zaman erkeklere de uygulanan bir işkence türü. 30 yaşlarındaki zengin bir adamın başına gelenler inanılmaz... Saddam'ın yöneticilerinden biri, adamın malına mülküne el koymak istiyordu. Gözaltına alındı. Çırılçıplak soydukları adama sadece bir etek giydirmişlerdi. Sorguya alınca eteği başına geçirip, bağlıyor; ellerini bile kıpırdatamayan adama tecavüz ediyorlardı. Bu işkence 60 gün sürdü. Adam, önüne uzatılan belgeleri itirazsız imzaladı. Serbest kaldığında perişan durumdaydı. Ailesi bir süre düzelmesini bekledi. Sonra sahte pasaportla Türkiye'ye gönderdi...

Bu öykü, yönetime karşı olmayan bir insana reva görülenler. Politik suçlulara yapılan işkenceler ise daha da korkunç. Irak'tan kaçan bir doktor, bu işkencelere tanık olmuştu: ‘‘Güneyde bir hastanede staj yaptım. Hapishaneden getirilenleri sadece doktorlar görebilirdi. Bir et yığını halinde olan insanların çoğu ölürdü. İşkenceden sağ kurtulan politik suçlu yoktu. Gözaltına alınacağımı anlayınca hemen kaçtım.’’

Irak'tan kaçan insanların geride bıraktıkları öyküler acıyla dolu. Hıristiyanlık, Türkmenlik, Kürtlük ya da Şiilik baskı gerekçesi olabiliyor. Askerlik yapmak, bu ülke için savaşmak bile kurtulmalarını sağlayamıyor. İşte Irak üniforması giydikten sonra kaçan bir gencin öyküsü...

Askerlik günleri başladığında 18 yaşındaydı. Irak ordusunda bir yabancı gibiydi. Kürt ve Şii olduğu için dışlanıyordu. Birliğindeki öbür askerler, onunla her fırsatta alay ediyorlardı. Bir keresinde hakaretlerini dayağa kadar vardırdılar.

Ülkesi İran ile savaş halindeydi. Eğitimi bitince cepheye gönderildi. İki yıl, savaşın dehşetini yaşadı. Parçalanan bedenleri, ölümleri gördü. Bunlar yetmiyormuş gibi bir çarpışma sırasında esir düştü.

İran'da, binlerce Iraklı askerin kapatıldığı bir esir kampına götürüldü. İlk aylar korkunçtu. İranlı askerler, sebepsiz, sorgusuz sualsiz işkenceler uyguluyorlardı. Falaka, elektrik ve dayağın her türlüsü. Hiçbir şey sormuyor, sadece dövüyorlardı. Amaç, iradesini kırmak, onu ezmekti. Kabuğunu kırmayı, kişiliğini yoketmeyi hedefliyorlardı. Fiziki işkence zamanla ortadan kalktı. Kötü muamele başladı. Kampta pis işler yaptırıyorlar, sadece hayvanların yiyebileceği rezil yiyecekler veriyorlardı. Biri hata yapınca tüm esirleri topluca cezalandırıyorlardı. Esirliği 15 yıl sürdü, 1997'de serbest kaldı. Artık ülkesine dönmek istemiyordu. Karşılaşacaklarından korkuyordu. Türkiye'ye kaçtı. O zaman öğrendi ailesinin başına gelenleri. Babası gözaltına alınmış, işkence görmüştü. Annesi kalp krizi geçirip ölmüş; babası dışarı çıkınca iki kızını alıp kaçmıştı. Yorgun düşen yaşlı adam yaşamını yitirmiş, iki kız kardeş mülteci olarak Avustralya'ya gitmişti.

Genç ömründe hep kötülükler görmüştü. Savaş, ölüm, işkence... Üstelik kurtulmanın mutluluğunu algılayamadan yeni bir darbe yemişti genç adam. Kendisine çay ısmarlayan insana boş gözlerle baktı. Hiç bir pırıltı yoktu bakışlarında. ‘‘Hayatım boyunca asteğmenin botu sırtımdaydı’’ dedi, mahçup ve de ürkek bir sesle. O artık bir mülteciydi. Yeni bir yaşama, yeni bir ülkeye ‘‘Merhaba’’ diyecek gücü bulması zaman alacaktı...

YARIN: İRAN'DAN YENİ BETTY MAHMUDİ ÖYKÜSÜ



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!