Üç-beş milletin kralı olabilmek

ÖNCEKİ akşam İspanya’nın Valencia şehrinde Barcelona ile Real Madrid arasında oynanan maçın sonundaki kupa törenini izliyorum.

Haberin Devamı

Kupayı Real Madrid kazanıyor.
Tören, harika bir Akdeniz karmaşası içinde yapılıyor.
Üç-beş milletin kralı olabilmekAvrupa’nın orta ve kuzeyindeki gibi, her santimetrekaresi önceden titizlikle hazırlanmış, kostümlü provaları yapılmış, akışı, elde kronometre saniye saniye planlanmış, mizanseni yapılmış bir tören değil karşımızdaki.
Futbolcular, birbirine girmiş insanların arasından kupayı verecek olan kralın yanına çıkıyorlar.
Bu arada küçük bir dedikodu... Kral Juan Carlos biraz kilo almış...
Bütün futbolcularla tek tek ilgileniyor. Bazıları ona sarılıyor. Sonunda büyük kupayı Real Madrid kaptanı Casillas alacak.Ama kupayı kaldırması için uygun bir platform yok. Çare olarak, kralın arkasındaki alçak duvara çıkmayı buluyor.
Biraz zorlanınca, kral kolundan tutup yardım ediyor.
Casillas büyük kupayı havaya kaldırdığında, bütün stat alkışlıyor.

***

Gördüğüm şu:
Finali oynayan iki takımdan Real Madrid, Madrid şehrinin takımı.
Yani İspanya başkentinin.
Madrid aynı zamanda Madrid özerk bölgesinin yönetim merkezi.
Öteki takım, Barcelona...
Katalonya
özerk bölgesinin takımı...
Neredeyse her yıl bağımsızlık tartışmaları yapıp, yine de İspanya’da kalan bölge...
Maçın oynandığı yer Valencia...
Orası da özerk Valencia bölgesinin yönetim merkezi...
Gözümün önünde üç özerk bölge, üç ayrı millet ve bir kupa ile bir kral duruyor.
Akdeniz, kaosun dayanılmaz güzelliği ve renkleriyle karşımda.
Ve ben bir hafta önce, bir başka özerk bölge olan Bask bölgesinden arabaya binip, 25 kilometre gittikten sonra Fransa’nın Saint Jean de Luz kasabasına gitmiş, garsonlarla Fransızca konuştuktan sonra yine İspanya Bask bölgesine gelmiştim.
Ne kâğıt soran oldu, ne pasaport...
Polis de yok...

***

Kral Juan Carlos’u düşünüyorum.
Adam kral, yani seçilmiş biri değil.
Geçen ay savcılar damadını sorguya çağırmışlar, sonra kızını da ifadeye davet etmişler...
Hem damadı, hem kızı sade birer vatandaş olarak gidip ifadesini vermiş...
Ne şaşıran var ne hayret eden...
Ne paralelden bahseden var ne barfiksten...
Bütün stat alkışlıyor...
Bu maçın 34’üncü dakikası yok.
Demokrasi ve medeniyet Akdeniz’in güzel kaosunda daha da güzelleşiyor.
İki ayrı milletin takımları, üçüncü bir milletin sahasında, hepsinin kralı olan bir insanın elinden kupayı alıyorlar...

***

Mutabakat demokrasileri böyledir.
Bazen seçilmemiş bir kral, İspanya gibi 7 özerk bölgenin 7 ayrı milletini birbirine bağlar.
Ama öyle yerler vardır ki, seçilmiş başbakanları, cumhurbaşkanları, bir milleti, birbirinden ayrı üç-beş millet haline getirir...
Seçilmişlerdir ama en büyük takımın 34’üncü dakikasında silinip giderler...

***

Bakmayın siz ekonomik krize falan...
Avrupa hızla olağanüstü bir milletler topluluğu haline geliyor.
En büyük ekonomik krizlerini bile demokrasiden tek santim taviz vermeden çözen bir coğrafya...
Her hayat tarzına, her millete, her farklılığa aynı mesafede duran bir medeniyet doğuyor.
Ben, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak işte bu güzel coğrafyaya ait olmak istiyorum.
Müslüman Kardeşler’in cirit attığı, El Kaide’nin kafa kestiği, seçimle gelmiş diktatörlerin bir türlü gitmediği, bahar denilen olağanüstü mevsimin adını bile kirleten bir coğrafya bana uzak dursun...
Ben 2002’deki Avrupa Birliği ruhunu özlüyorum.
Gözüm, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nın töreninde, bekliyorum...
7 milletten ortak bir milletin alkışlarını alan bir krala karşı, bir milletten üç ayrı millet yaratmayı başaranlar, nasıl bir alkış alacak?
İnşallah, 34'üncü dakika sesleri olmaz.

Haberin Devamı


Tek adamdan geriye kalan eşyanın değeri

Haberin Devamı

ÖNÜMÜZDEKİ hafta, tam tarihiyle 26 Nisan Cumartesi günü Paris’te çok ilginç bir müzayede yapılacak.
Açık arttırmayla satılacak malların hikâyesi olayı bir anda güncel hale getirmişti.

***

Hikâye 5 Mayıs 1945’e dayanıyordu.
O gün, Fransız ordusunun ünlü Generali Leclerc’in komutasındani İkinci Zırhlı Birlik, çok önemli bir binaya girmişti.
Almanya’daki bu ev, Hitler’in rezidansıydı.
İkinci Zırhlı Birlik’in mensupları o gün evden epey eşya aldı.
Eşyalar arasında Hitler ve Göring’in pasaportu, fotoğrafları, küçük mobilyalar ve gümüş takımlar vardı.
Kırka yakın eşyanın çoğunun üzerinde gamalı haç sembolü bulunuyordu...
Mallar, 26 Nisan günü Vermot de Pas adlı müzayede evi tarafından satılacak.

***

Fransa içinde ve dışında birçok Yahudi kuruluşu harekete geçti, bu malların satışının ve bunların açık arttırma düzenleyerek parasal bir değere dönüştürülmesinin ahlakdışı bir iş olduğunu belirttiler.
Müzayede çevreleri ise, bunların bazılarının satılabileceğini, ama sergilenmemeleri gerektiğini öne sürüyor.
Bir başka görüşe göre ise bu tür objeler ancak müzeler tarafından alınmalıydı.

***

Haberi okurken bir kere daha anladım.
Diktatörlerin, tek adamların, ‘führer’lerin, ‘reis’lerin, ‘beyefendi’lerin tarih karşısındaki işleri çok zor.
Onlardan kalan eşyaların satılması bile iğrenç bir şey olarak görülüyor.
İnsanlar, dünyadaki son izlerini bile silmek istiyorlar.
“Tek adamlık”, “diktatörlük” yaşadığı sürece o duyguyu taşıyan, önüne geleni ezen, yok etmeye çalışan siyasetçilere iktidar hazzı verebilir.
Ama görüyorsunuz, hiçbir diktatörün, hiçbir tek adamın sonu iyi olmuyor.
Tarihe bıraktıkları miras, isimleriyle birlikte çöplüğe gidiyor.

Haberin Devamı


Olağanüstü bir yazı beklerken kaçırmayın

MEHMET ERDEM’in şarkısı “Hiç konuşmadan...” Cihan Güçlü’nün olağanüstü şarkısını aynı güzellikte ve sükûnetle öyle güzel söylüyor ki... Yalnız bir geceniz varsa, yalnız bırakılmış bir gecenizse... Yürüyün...
GALERİ ON Burcu Perçin’in Galeri On’daki sergisi... Taşocaklarının, şantiyelerin oluşturduğu yıkımın, eleştirel bir estetiğe dönüşmesini kaçırmayın.
AKARETLER Uzun süredir gece gitmiyordum. Cıvıl cıvıl ve çok kaliteli bir sokak olmuş.
“Gile” Restoran’dan başladım. Bu restoranın genç şeflerine dikkat. Türk deneysel mutfağı acayip hızlı gidiyor.
CENGİZ ÇANDAR’ın dünkü Radikal gazetesinde yayınlanan “21’inci yüzyılda Türkiye, ‘tek adam’ veya demokrasi” başlıklı yazısı.
Son yıllarda okuduğum en iyi Türkiye analizlerinden biri.
WES ANDERSON’ın “Büyük Budapeşte Oteli” filmi. Üçüncü defa yazıyorum. Sakın kaçırmayın.

Yazarın Tüm Yazıları