TÜRK’ÜN AYAK TOPUYLA İMTİHANI

Memleket futbolunda, tekme, tokat ve en çok da tükürüğe akıl sır erdirmeye çalışıyoruz şu günlerde.

Haberin Devamı

Oyunbazı değil oyunbozanı konuşuyoruz.  Oysa bir zamanlar spor, katıksız bir oyundu ve futbolun da oyun olduğu zamanlar vardı.
Oralarda sadece oyun oynayabilmek için hayatla karşı karşıya gelen adamların hikâyeleri gizlidir.
Türkler On İki Numara
Tütün ve pamuk ticareti için yanlarında aileleri, ellerinde pipoları, ayaklarında futbol topuyla Osmanlı’nın liman kentlerine yerleşen İngiliz tüccarlarla başlar hikâye. İngilizler komşu evlerdeki Rum erkeklerini de ilk onbire alarak Selanik’te, İzmir’in Bornova, İstanbul’un Moda çayırlarında, uzun yaz akşamlarında, hafta sonlarında heyecanlı maçlar yaparlar.
Türk gençlerinin büyük ilgiyle izlemeye başladıkları bu oyunun oyuncusu olma hevesleri bir süre kursaklarında kalır.
“Kaşgarlı Mahmud Divan-ı Lügat-it Türk’de bile yazmış, atalarımız sığır kursağından top yüzmüşler, Orta Asya’da ‘tepük’ adıyla oynamışlar bu oyunu” deselerdi bile ailelerine de, iktidara da zaten anlatamazlardı.
Elin oğlu mahallelerinde karma takımlarla ne maçlar yaparken, hatta olimpiyat oyunlarının onuncu yıldönümü şerefine Atina’ya Osmanlı’dan takım gönderilirken, onlar kale arkasından baka kalırlar.
Tâ ki, Mekteb-i Bahriye talebesi Fuad Hüsnü’nün, İngiliz akranlarıyla ahbaplık ederken eskimiş futbol toplarından birini kapıp, Papazın Çayırı’nda kendi kendine oynamaya başlamasına kadar. Türkiye Futbol Federasyonu’nun Türk Futbol Tarihi kitabında aktarıldığı üzere, Fuad Hüsnü’nün, yakın arkadaşı Reşat Danyal’a “Gel Reşat, biz de bir futbol takımı kuralım. İngilizler’e, Rumlar’a duman attıralım çayırlarda!” sözleri ilk Türk futbol takımının fitilini ateşler.
Siyah Çoraplılar
Fuad Hüsnü ve arkadaşları büyük gizlilik içinde kurdukları takıma “Black Stocking” (Siyah Çoraplılar) adını koyarak dönemin hafiyelerinin gözünden kaçacaklarını umarlar. 26 Ekim 1901 günü Rum takımıyla ilk maçını alan Siyah Çoraplılar, yalnızca beş gol değil, bir de üstüne II. Abdülhamit’in baş jurnalcisinin adamlarından baskın yerler.
Formda olanlar takımdan ayrı düz koşu marifetiyle kaçarlar. Hemen yakalanan Reşat Danyal, ayak topu sevdasının bedelini Tahran sürgünüyle öder. Fuad Hüsnü ise, attığı “şeref golü”nün sevincini yaşayamadan, kendisini izlemeye gelen babası Amiral Hüseyin Hüsnü Paşa’nın faytonuna atlayarak kaçar. Ama jurnal zaptında ismi vardır, kendisini askeri mahkemede buluverir. “Karşılıklı kaleler kurup, Rumlarla aynı kıyafeti lâbis olduğu halde, top endahtı ile talim icra etmek” suçlamasıyla yargılanır, küçük bir ceza ile kurtulur.
Ama futbol illetinden kurtulamaz. Fuad Hüsnü gerçek bir oyunbazdır, gemilerde talim yapmak yerine bu defa “Bobby” takma adıyla İngilizlerden oluşan Kadıköy takımında oynamaya başlar.
Fuad Hüsnü’nün hikâyesi, futbol oynayan ilk Türk gencinin hikâyesidir. Çayırların tozunu attırmanın birilerinin dumanını attırmaya galip gelişini anlatır.
Çünkü futboldan bir şeyleri çıkardığınızda geriye sadece oyun kalır.

Haberin Devamı

EYVAH GİTTİ MADALYALAR
Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin, olimpiyatlardan güreşin çıkarılmasına yönelik teklifi spor gündemine düşüverdi. Güreşin akıbetini öğrenmek için Eylül ayında Buenos Aires’te verilecek karar beklenecek gibi gözüküyor. Konuyla ilgili ilk refleksimizin “Eyvah! Gitti olimpiyat madalyaları!” biçiminde olması şaşırtıcı değil. Mutlak başarı hırsı, doping ve sponsorluk anlaşmaları gölgesinde zaten “olimpik ruh” ya da “kazanmak değil katılmak” gibi tanımlardan söz açmak, dilek ve temenniler kutusunun ta dibinde kalır.
Türkiye’nin güreş efsanesi Yaşar Doğu anlatılırken, minderdeki başarısından önce; tevazusundan, kibirden nasibini almamış kişiliğinden, arkadaşlarının başarılarını yüceltme hevesinden söz açılır. Kendisine defalarca yönetilen “Yaşar-Celal-Gazanfer üçlüsünden en iyisi hanginizdi?” sorusuna hep aynı cevabı verirmiş: “Ben bu işin hamallığını, Celal cambazlığını, Gazanfer de pehlivanlğını yaptı!”
Vahlanacaksak bu ruhun ölümüne vahlanalım.

 

Yazarın Tüm Yazıları