Türk’ün aristokrasiyle imtihanı

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün uçağına binmek üzere İstanbul’dan Ankara’ya gitmek üzere havaalanındayken Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem’den mesaj geldi. Salı akşamki yemek için yanımızda smokin getirmeliydik.

O an evden smokini getirmeye imkan yoktu. ‘Londra’dan kiralarım, ne yapayım’ diye düşündüm.
Londra’ya vardığımızda, Dışişleri Bakanlığı Protokol Genel Müdürlüğü görevlilerine sordum: ‘Smokin yerine koyu renk elbise giyilebilir mi o gece?’
Evet giyilebilirdi, tek şartla: Beyaz gömlek ve siyah kravat takmak gerekiyordu. Bir ölçüde içim rahatladı, smokin kiralamakla uğraşmaktan, ona gidip gömlek ve papyon kravat satınalmaktan kurtulmuştum, tek yapmam gereken siyah bir kravat satınalmaktı.
Bizim gazeteci grubu içinde bu konunun geyikleri fena halde yapılıyordu. İki arkadaşımız (Milliyet’ten İlke Gürsoy ve Akşam’dan İsmail Küçükkaya) smokin geyiklerini haber ve yazı konusu bile yaptılar. Hatta TV canlı yayınlarına bağlanıp durumu anlattıklarına bile tanık oldum. Karşıdan Can Dündar soruyor, İsmail Küçükkaya da otelin lobisinde elinde telefon cevap veriyordu: ‘Şu anda Hasan Cemal’in üzerinde füme siyah bir takım elbise ve siyah kravat, İsmet Berkan’da koyu lacivert elbise ve beyaz kravat...’
Güler misin, ağlar mısın... Ben gülmeyi tercih ettim./images/100/0x0/55eac089f018fbb8f8946e6d
SADECE FİLMLERDE DEĞİLMİŞ
Salı akşamı Birleşik Krallık Kraliçesi Elizabeth’in himayesinde ve katılımıyla yapılacak ödül töreni ile yemeğine katılmak üzere Whithall’un bir parçası olan meşhur Banqueting House’a gittik. Kapıda görevliler listeden isimleri buldu, bizi içeri aldı. Hemen girişte hangi masada oturacağımızı öğrendiğimiz, tören ve yemeğin kitapçığının isimlerimize ayrıldığı masalardan da onları aldık, tam kokteyl alanına geçeceğim, kırmızı elbiseli bir adam beni durdurdu ve adımı sordu, sonra da bağırdı: ‘Mr. İsmet Berkan.’
Ben böyle şeyler sadece filmlerde olur sanırdım, gerçek hayatta da olurmuş demek. Adım söylendikten sonra bir adım attım, beni Chatham House’un direktörlerinden biri, ev sahibi olarak karşıladı, elimi sıktı. Anladım ki, adım bu hoşgeldiniz seremonisi için bağrılmıştı, herkesinki gibi.
Kokteyl salonunda smokin yerine koyu renk elbise ama beyaz gömlek-siyah kravat giymiş dört-beş kişi gördüm; üstelik hepsi de İngiliz’di. Demek ki smokin giymemek dünyanın sonu değildi; gerçi ben giymek isterdim ama giymeyince de kimse sizi kapıdan çevirmiyordu.
Kokteylin bittiği, yemek salonuna geçmemiz gerektiği yine bu kırmızı elbiseli adamlar (iki taneydiler) tarafından biraz da emir kipiyle bize duyuruldu, herkes üst kattaki yemek salonuna çıkıp masasını buldu.
BÜTÜN SALON AYAKTA
Bulduk masaları ama kimse oturmuyor, herkes oturacağı sandalyeye yaslanmış bekliyor. Biraz sonra kırmızı elbiseliler mikrofondan bağırmaya başladı: ‘Lutfen oturun.’ Baktılar kimse oturmuyor, tekrar tekrar ve her seferinde daha emredici bir tonla (ama aynı zamanda çok da kibar) bizden oturmamızı istediler. Ben daha ilk emirde oturmuştum bile.
Fakat tam herkes oturdu, bu kez kırmızılılar bizden ‘Baş masaya oturacak kıymetli konukları selamlamak üzere’ ayağa kalkmamızı istediler. Hadi bütün salon ayağa kalktı, yemeğini baş masada yiyecek olan grup bir paravanın arkasından tek sıra halinde çıkıp salona girdi. Törensi bir durumdu, benim gülmem geldi.
Neyse kırmızılılar bize yeniden oturmamızı emretti, bu kez ikiletmedik, bütün salon oturdu. Ama yine az sonra bir kez daha kalkmamız istendi, bu kez kraliçe ve Cumhurbaşkanı Gül için. Ayağa kalktık, Kraliçe ile Gül yanyana, hemen arkalarında eski başbakanlardan Sir John Major ile Hayrünnisa Gül yanyana paravanın ardından çıktılar, benim de bulunduğum masanın hemen yanından geçip ‘baş masa’ya değil ama onun tam karşısındaki sahneye gidip oturdular.
KRALİÇE İLE GÖZ GÖZE
Kırmızılılar onlar oturduktan sonra bize oturmamızı emretti ve tören başladı.
Kraliçe, Cumhurbaşkanı Gül’e ödülünü verdikten ve kısa konuşmalar bittikten sonra biz yine ayağa kalkma emri aldık, Kraliçe ayrılıyordu. Cumhurbaşkanı Gül ona eşlik etti. Çıkışta Kraliçe ile gözgöze geldim ve belli belirsiz bir baş selamı aldım, ben de mukabele ettim. Acaba doğru mu yapmıştım, baş selamı yerine adet yerlere eğilmek miydi?
İki yıl önce Kraliçenin Türkiye ziyaretinde hem Ankara’da Çankaya Köşkü’ndeki yemekte hem de İstanbul’da İngiliz savaş gemisindeki davette bulunmuştum. O zaman bize eğer Kraliçe bizimle konuşursa ona nasıl hitab etmemiz gerektiği sıkı sıkıya tembihlenmişti ama şimdi bunların hepsini unutmuştum ve sanki kırk yıllık arkadaşım bana selam vermiş (ondan da emin değilim zaten, belki de selam falan vermedi Kraliçe) ben de ona aynen başımla mukabele etmiştim.
Bu arada şunu da söylemeliyim: Kraliçeyi iki yıl önceye göre yaşlanmış gördüm. Bu izlenimimi dönüş yolunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e de söyledim, ‘Evet yaşı bir hayli ileri ama çok dinç, kafası da çok berrak, çok zeki ve kuvvetli bir insan’ dedi. 88 yaşındaki Kraliçe merdivenleri güçlü adımlarla çıkıp inmiş.
ŞARAPLAR KALİTESİZ, TATLI, GÜZELDİ
Neyse ben kaldığım yerden devam edeyim. Kraliçe gittikten ve Cumhurbaşkanı Gül salona döndükten (tabii bir kez daha ayağa kalktık, emirle) sonra yemek servisi başladı. Görece fakir ve lezzetsiz bir yemekti. Başlangıç olarak peynir suflesi, ana yemek olarak da kuzu eti yedik. Başta Alman Riesling üzümünden yapılma beyaz şarap, sonra da ana yemekle birlikte tam üzümünü anlayamadığım bir Fransız kırmızı şarap içtik. Gayet kalitesizdi şaraplar. Yemeğin tek iyi tarafı tatlıydı; güzel bir tart yedik.
Yemeğin sonunda yine konuşmalar yapıldı, Türkiye ve Cumhurbaşkanı Gül için çok güzel şeyler söylendi ve en nihayetinde, kraliçe ve ülke için kadeh kaldırıldı.
Yemek sonrası biz gazeteciler Cumhurbaşkanı Gül ile hatıra fotoğrafı çektirdik, hem de salonda bulunan ama kullanılmayan tahtın hemen önünde.
Türk’ün aristokrasiyle imtihanı böyle geçti işte.
Yazarın Tüm Yazıları