Türk insanı restorana smokinle gelir somon fümenin üstüne kebap söyler

Bu hafta niyetim iki kişi artı bir mekanı yazmaktı.

Bunun olamayacağını yazıya oturmadan anladım.

Söz konusu kişiler Ahmet Tulgar ve Kemal Koç.

Mekan da Komşu.

Eğer elinizde hayatlarını yazsanız roman olacak iki adam, dumanı tüten bir kitap ve anlat anlat bitmeyecek yüzlerce tat varsa, hepsi dört bin sözcüğe sığmaz. Birinden birine ihanet kaçınılmazdır ki bu da bana yakışmaz.

O zaman tefrikaya hazırlanalım. Bu hafta başladığımızı gelecek hafta tamamlayalım.

Önce Komşu...

Geçen kış bir ara öldüğünü, ölmediyse bile İstanbul’da can çekiştiğini düşündüğüm bir müessese geçmişin küllerinden doğdu hissine kapıldım. Gerçekten de büyük şehrin müzmin yalnızları bir anda eski bir geleneği hatırlamış gibiydiler: Komşu ziyaretleri...

Yeniden ‘Bu akşam bir maruzatınız yoksa annemler size gelmek istiyor’ günlerine mi dönüyorduk? Yeniden birlikte dizi izleyecek, demli çay içip, susamlı çörek mi yiyecektik? Olacak iş değildi ama, olmuştu anlaşılan. Çünkü kime nerede olduğunu ya da nereye gittiğini sorsam aynı cevabı alıyordum. Neredesin? Komşuda... Nereye gidiyorsunuz? Komşuya... Hoppala!..

Önce üstünde durmadım. Olur a filancanın benim tanımadığım sevgili bir komşusu vardır, falanca zaten sitede yaşıyor, ona da bu yakışır derken baktım herkes komşusuyla hal hamur. Ne zaman ki bırakın konu komşu ziyaretini, çocuklarının bile eve çat kapı gelmesinden rahatsızlık duyduğunu bildiğim bir arkadaşım da komşuya gideceğini söyledi, o an aydım. Kimsenin komşusuna gittiği yoktu., Herkes Komşu’ya gidiyordu.

Komşu’ya, yani, Kemal Koç’un Nişantaşı’nda açtığı kebapçıya.

KOKMAYAN KEBABÇI

Komşu, Vali Konağı Caddesi üzerinde, tam Vali Konağı’nın karşısında, iki katlı, yüz kırk kişilik bir lokanta. Yaz aylarında bu sayı ikiye katlanıyor çünkü alt kat kocaman bir bahçeye açılıyor. Büyük ağaçların gölgelediği kocaman bir bahçeye. Önüne gelen Kemal’e bahçenin üstünü örtmesini önermişse de o dinlememiş. Nişantaşı’nın ortasında böyle bir vahaya sahip olma ayrıcalığının daha fazla para kazanmaktan önemli olduğunu düşünmüş. Mutfak bu güne kadar hiçbir kebapçıda ya da et lokantasında görmediğim açık mutfak. Tezgahlar pırıl, ocak tütmüyor, nasıl bir havalandırma yapıldıysa yanı başında oturanların bile üzerine koku sinmiyor. Maskeleri ve şapkalarıyla mutfakta çalışan herkes de bir cerrah edası var ki görülmeye değer.

Meze çeşitlerini, humusu şunu bunu; kaburganın, küşlemenin, Adana’nın tadını anlatmak gereksiz. Bütün yemekler Kemal Koç denetiminden geçmiş yemekler demek yeter... Bilenler onun imzasının ne anlama geldiğini bilirler.

Başka? Fiyatlar makul. Müşteriler tanıdık. Kağıt abajurların aydınlattığı beyaz örtülü serin masalar ferah.

Gelelim Kemal Koç’a...

Onunki, tahmin edebileceğiniz üzere bir başarı öyküsü.

Kemal Koç da o insanlardan: Kendisinden bir başka ben yaratanlardan.

Sivas’ın Karakaya köyünde doğmuş. Ve daha çocukken kendini İstanbul’un Harbiye’sinde bulmuş. 65 yılının Harbiye’si bu günün biraz da kaderine terk edilmiş mahallesi değil. Şaşaalı, kaşları havada, şık bir mahalle. Üstelik o güzelim insanlar henüz gitmemişler. O yüzden de bütün modernliğine karşın hálá eski İstanbul rengini taşıyan bir mahalle.

OKULU ŞAMDAN

Kemal Ermeni, Rum arkadaşlarla büyümüş. Aynı okula gitmese de aynı sokaklarda top oynamış, paskalya çöreği ile hamursuzun tadına onların evinde bakmış. İlkokul ve ortaokulu Otelcilik Meslek Lisesi izlemiş ve orayı ikincilikle bitirmiş. Sanırım hayatındaki ilk ikincilik o. Onun dışında hangi işi yaparsa yapsın, kimin yanında çalışırsa çalışsın alanında hep birinci.

İlk işi daha yeniyetmeyken ağabeyine yardım etmek için gittiği Devekuşu Kabare. Ve o yılların en gözde kulübü Club 12. Haldun Taner’in her gece oturduğu masaya nasıl titreyerek servis yaptığını anlatırken o günlere dönüyor. Okul biter bitmez gene o yılların ünlü mekanlarından Lalezar’da işe başlıyor ve orası senin burası benim dolaşmadan kendini Şamdan’da buluyor. ‘Asıl oradan mezun oldum’ dediği Şamdan’da.

Malum, 80’li yıllar Türkiye’nin hızla kabuk değiştirdiği yıllar.

Eğlence sektörü de bu değişimden nasibini alıyor ve çalışanları arasında Kemal’in de bulunduğu Şamdan; genç patronları sayesinde o sektörü biçimlendiren en önemli marka olma yolunda ilerliyor.

Büyükdere, Circle d’Orient, Anadolu Kulübü’nde açılan yazlıklar, Etiler ve Abdi İpekçi’deki kışlıklar; Julianas, Discorium gibi benzeri olmayan diskotekler derken, o güne kadar görülmemiş bir şey oluyor ve iki kuşak bir arada eğlenmeye başlıyor.

Bütün bu serüvenin içerisinde Kemal okulda öğrendiği bütün teoriyi uygulama olanağı buluyor, çalışkanlığı alçakgönüllülüğü ile hem patronların hem müşterilerin gözdesi oluyor.

Şeflik, müdürlük hepsi iyidir de Kemal Koç artık patron olmak istemektedir...

Vakit, kendi kanatlarıyla uçma vaktidir. Bu hayalini hayata geçirmekte gecikmedi ve ‘93 yılında Le Select’i açtı.

Kapandığı güne kadar Select adı gibi özel bir yerdi.

İyi yemek yenilen, nezih, adam gibi lokanta. Dolup taşmasının sırrı bu saydığım özellikleri miydi yoksa Kemal’in patron olmanın gururunu taşırken bir nebze olsun değişmeyen kişiliği mi bilmiyorum.

Ama orada çok başarılı oldu ve kendi markasını yarattı. Gerçekten Kemal Koç bir markadır. Ne açarsa, nerede açarsa açsın, açtığı yerin kaliteli olduğunu bildiğiniz bir marka.

Bunca yıllık deneyimden, çalıştığı ve patronu olduğu bunca yerden sonra kebapçı açmasını önceleri garipsedim. Kebap, onun lokantalarında her zaman bulunan bir yemekti ama kebapçı açmak?

Nedenini sorduğumda güldü.

‘Yıllarca en şık lokantalarda çalıştım, şık olduğunu düşündüğüm yerler açtım, İstanbul’un en hoş insanlarına servis yaptım,’ dedi. ‘Onu bilir onu söylerim... Bizim insanımız smokinle gelir, şarabını açtırır, somon fümesini söyler. Üstüne de afiyetle yoğurtlu kebabını yer. Bu böyledir. Kebap her zaman en çok sattığımız yemektir.’

Doğru mu doğru?

Doğru söze ne denir?
Yazarın Tüm Yazıları