Türk gecesi

Güncelleme Tarihi:

Türk gecesi
Oluşturulma Tarihi: Eylül 12, 2000 00:00

Dursun GÜNDOĞDUMerİt Limra Genel Müdürü Hakan Saatçioğlu, bana bir e-mail göndermiş. Derdi, Türkiye'nin tanıtımı... Şöyle girmiş lafa sevgili Hakan; ‘‘Turizme girdiğimden beri, Türkiye'nin tanıtımının az yapıldığına dair her sektörden eleştiriler almaktayız. Bu sektörde çalışanlar bile bu konuyu eleştirip hükümetin tanıtım konusunda çok zayıf olduğunu tartışıyor. Biz turizmci olarak bugüne kadar ne yaptık?’’ Kendi sorusunun cevabını yine kendi yazısında vermiş; ‘‘Eleştirmekten başka maalesef birşey yapamıyoruz.’’ YORUMU İSTİYOR Sonra otel olarak yaptıklarını sıralamış; ‘‘Merit Limra olarak, 6 aydan beri her hafta cuma günleri Türk gecesi düzenliyoruz. Turizm Bakanlığı'ndan aldığımız Türkiye dialarını Almanca ve İngilizce açıklama yaparak, dev ekrandan müşterilere gösteriyoruz. Gösteri sonunda 10'ncu Yıl Marşı'nı çalıp, aynı anda Atatürk portresini çıkarıyoruz.’’ Hakan Saatçioğlu, yazının sonunda, bu konuda iyi mi, kötü mü yaptıklarının yorumunu ise benden istiyor. İyi niyetle düzenlenmiş bu tür bir etkinliğe, ‘‘Kötü’’ demek mümkün değil tabi ki... Ancak, her tesisin, ayrı ayrı Türk geceleri düzenlemesine oldum olası karşıyımdır. Neden?.. Çünkü, bu tür gecelerin aslına uygun yapılmadığına, hatta ve hatta gerçeğin kıyısından köşesinden bile geçmediğine inanıyorum. BAĞIMSIZ MERKEZ Ve, hep diyorum ki; tesislerden bağımsız olarak merkezi bir yere, sadece Türk gecelerinin yapıldığı ortaklaşa dev bir mekan inşa edilsin. Turistler otobüslerle buraya getirilsin. Burada gösteri yapacakların her figürü, ağızlarından çıkacak her sözü denetim süzgecinden geçsin... Kılık kıyafetler de gerçeğe uygun olsun... Padişah padişah gibi, cariye cariye gibi giyinsin... Kolunda saat, ayağında spor ayakkabı bulunan padişahlar artık olmasın... Oteller de, bu gecelere laf olsun, torba dolsun, yapmadı demesinler mantığı ile bakmasın. Sırf cukka için, bir gün o tesis, diğer gün bu tesis dolaşan ekiplerden tanıtım adına pek hayır geleceğini de sanmıyorum. Uçaktan indirip tesislere tıktığımız turistler, ülkelerine döndüklerinde, ‘‘Antalya nasıl bir yer?’’ diye sorulduğu zaman acaba ne anlatıyorlar merak ediyorum. Onlara deniz, kum, güneş ve Törkiş kebabın dışında görsellik adına sadece Türk Gecesi sunuyoruz. Onu da elimize yüzümüze bulaştırırsak yandık. İşte, böyle sevgili Hakan... Bir dostun ölümü Yakup Özyıldız, eski gazetecidir. Şimdi yaptığı iş ise kırtasiyecilik... Yakup'un en büyük özelliği, kafasından geçeni, ölçmeden, tartmadan ve bir süzgeçten geçirmeden insanın yüzüne karşı lappadak söylemesidir. Bu yüzden, eğri büğrü adamlar ondan pek hoşlanmazlar. O tür insanlar, onu görünce, ‘‘Aman, bizden uzak dursun’’ diye köşe bucak kaçarlar. Yakup'un sıkı fıkı olduğu dostları bu yüzden nadirdir. Bunlardan biri de, kırtasiye toptancılığı yapan Osman Müftüoğlu idi... Daha doğrusu ortak dostumuzdu Osman... Geçenlerde kalp krizi geçirip öldüğünü duyunca, inanın şok oldum. İnanamadım. Çünkü, kalp krizi geçirecek gibi bir durumu yoktu. 49 yaşında, zayıf, normal kilo ölçülerinin çok çok altında biriydi. OSMAN'A AĞLADIM Yakup, telefonla aradı. ‘‘Hiçbir ölünün ardından ağlamamıştım ama Osman'a çok ağladım’’ dedi. Nasıl olduğunu sordum anlattı; ‘‘Epeydir bazı uğursuzluklar peşimde dolaşıyordu. Geçen yıl arabamız takla atı. En son, eşim, kayınvalidem ve ben kötü bir trafik kazası geçirdik. Kayınvalidem ölümden döndü. Osman'ın ölümünden bir gün önce işyerine gittim. Bana, ‘Ne uğursuz adamsın. Buralarda dolaşma, beni de öldürürsün sen' dedi. Gülüştük. Ertesi gün evinde kalp krizi geçirip öldüğünü duydum. İşyerindeki defterine de, ‘Şimdi ölmek zamanı' diye notlar yazmış.’’ Ne, Yakup uğursuz olan, ne de ölümü kendisine yakıştıran Osman... Sadece ve sadece kader... Ne diyebilirim ki başka... Utanma değiştir Vay, vay, vay... Bu ne şiddet, bu celal... Komik soyadları konusundaki takıntımı yazıp, verdiğim örneğe kızan zat-ı muhteremin öfkesini bir türlü anlayamadım. Vay efendim, Uzunsakal soyadını nasıl yazarmışım. Hele hele, ‘‘Ayşe Yemiş’’ örneği ile o soyadını nasıl ilişkilendirirmişim. Bu zat-ı muhterem, yazıyı doğru okumaktan bi haber anlaşılan. Ben yazmışım Ayşe Uzunsakal, onun eşinin adı bilmem ne Uzunsakal... Kel alaka bir kızgınlık... ETİK AÇIDAN Bir de avukat tutmuş beyefendi... Avukatı ondan da feveran... Bir olayda suç unsuru oluşmadığını bile bile avukatlığı üstlenmek etik açıdan ne kadar doğru acaba... Ama, söz konusu zat-ı muhterem akraba olunca, etik metik hikaye anlaşılan... Öyle mi, Ufuk Sezer bey... Görünen o ki, Ufuk Sezer, Uzunsakallar'ın, Yemişler'in avukatlığına soyunacak. Ona da o yakışır. Benden naçizane bir tavsiye... Hazır dosya açmışken, şu isimlerden de vekalet alsa iyi olur; Ali İhsan Salak, Ahmet Zort, Sultan Kaltak, Coşkun Aptal, Birsel Angut, Mecit Dikilmiş, Hayriye Pandik, Abdülgani Yalar, Abdülkadir Emer. HEPSİ DOĞRU Şimdi diyeceksiniz ki, bu soyadlarını da nereden uydurdun. Hepsi doğru... İnanmayan, Telekom'un telefon rehberlerine bakabilir. O zahmete katlanamam diyenler için bu kişilerin telefonları bende var. Doğruluğunu ispat için isteyene verilebilir. Onun için, zat-ı muhteremin Uzunsakal'ı yazdım diye bu kadar köpürmesine gerek yok. O soyadı, yukarıdakilerin yanında zemzem suyuyla yıkanmış gibi kalıyor. Benden soyadı ile takıntısı olanlara dost tavsiyesi; Utanmayın değiştirin... Ünlü sözler ‘‘Kötü olan hata yapmak değil, yapılan hatayı unutmaktır’’ Bernard Shaw
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!