Türk ekonomisi niye batmıyor?

Ege CANSEN
Haberin Devamı

Merhum Menderes, 1950-60 arasında başbakanımızdı. Marshal yardımı, dış borçlanma, döviz rezervi eritme ve para basma yöntemleriyle, ekonomimize önce hareketli sonra da hararetli yıllar yaşatmıştı. ‘‘Yiğidi vur, ama hakkını yeme’’ denir. Menderes, ekonomi babında sadece bunları yapmadı. Aynı zamanda Türk halkının müteşebbis yanını ortaya çıkardı. Tarımda mekanizasyon ve yapay gübre kullanma devrimleri onun yönetim devresine rastlar. Bugünün birçok büyük şirketi, onun başlattığı ‘‘ithal ikamesi’’ politikası sayesinde kurulmuştur.

Menderes iktidarının son yılları, yokluklar devriydi. En önemlisi, ‘‘döviz’’ yoktu. Dolayısıyla, ilaç ve röntgen filmi dahil pek çok mal, ya yoktu ya da kıttı. Rivayet edilir ki, bu yokluk yıllarında Menderes bir gün, acı tenkitlerinden şikâyet ederken ‘‘Türkiye batacak dediler. Ne oldu Allah aşkına söyleyin. Türkiye battı mı?’’ demiş. Merhumun bu ifadesi, kamuoyunda duyuldu. Muhalefet hemen cevabı yapıştırdı: ‘‘Galiba Menderes, memleketi kayık sanıyor. Bir ülkenin batmasını da kayık batması gibi, sulara gömülüp görünmez hale gelmek diye tasavvur ediyor. Tabii, ülke kayık olmadığına göre, kayık gibi batmaz. Batık hal, ülkenin bugün içinde bulunduğu durumdur.’’ Yazıya, Türkiye neden batmıyor başlığını atınca aklıma bu hikâye geldi.

* * *

Türkiye sınıfı ülkeler için klasik batma sendromu ‘‘döviz bitmesi’’dir. Enflasyon, iç borç stoku gibi diğer parametrelerin kötüleşmesi, batma anlamına gelmez. Eskiden, sabit kur sistemi vardı. Bu yüzden döviz biterdi. Şimdi serbest kur sistemi var. Yeni batma sendromu ‘‘devalüasyon krizi’’ oldu... Bavul ticareti ve sıcak parayla biriken 20 milyar dolarlık rezervle, üstüne üstlük IMF'nin destek sözüyle, Türkiye'nin bu kritere göre batmadığı kesin. Enflasyon ve bütçe açıkları, batma sinyalleri veriyorsa da milli geliri sürekli artan bir ekonomiye batık denemez. Kaldı ki; bu iki gösterge de ciddi bir irdelemeye muhtaç. Bu yazıda birini, bütçe açıklarını irdeleyeceğim. Bütçe, bir ‘‘gelir-gider’’ hesabıdır. ‘‘Nakit akış tablosu’’ değil. Enflasyonu düşük ülkelerde, nakit açıkları ile gelir açıkları eşit kabul edilir. Halbuki, enflasyonu yüksek ülkelerde, bu iki açığı aynı kabul etmek, ciddi bir ölçme hatasıdır. Mutlaka, enflasyon muhasebesi yöntemi kullanarak, ‘‘nakit açığı’’ rakamından ‘‘gelir açığı’’nı hesaplamak gerekir.

Hesabı birlikte yapalım. Kamu kesimi borçlanma gereksinimini, faiz öncesi bütçe açığına eşit kabul edelim. Bu durumda bütçe açığının milli gelire oranı (PSBR/GDP), ‘‘reel faiz ödemeleri/milli gelir’’ oranına eşit olur. Türkiye'nin iç borç stoku (nominal stok eksi tahakkuk etmemiş faiz) taş çatlasın 25 milyar dolardır. Bu anaparaya, dolar bazında yüzde 15 faiz ödense (ki ödenmiyor), kamunun yıllık iç borç faiz yükü 4 milyar dolardan az olur. Bu rakamı, 180 milyar dolarlık milli gelire bölersek, bulacağımız yüzde 2.2'dir. Bu hesaba itiraz edileceğini biliyorum. Ama itiraz edenlerin dahi bundan böyle ‘‘bütçe açığının, milli gelire oranı yüzde 10'a geldi’’ derken, bilimsel vicdanları titreyecektir, bundan da eminim. Dış açık rakamı, bavullu-bavulsuz tartışmalarından sonra gerçeğe yakın saptadık. İç açık yüzdesini de enflasyon muhasebesiyle düzelteceğiz. Ancak bundan sonra, ekonominin neden batmadığını ‘‘bilimsel’’ olarak tartışabiliriz.

SON SÖZ: İktisat, metafiziğin kapsama alanı dışındadır.

Yazarın Tüm Yazıları