The Kol

KOLU nihayet Ahmet Hakan’ın anatomisinden ve kişiliğinden bağımsız bir gündem maddesi haline geldi.

Süreci karışık hislerle takip ettim.

Haberin Devamı

Öğrendiğimde telefon numarası olmadığı için hemen arayıp geçmiş olsun diyemedim.

İtiraf edeyim, “Kolu kırılmış ama iyidir herhalde. Kafası kalabalıktır, karşılaşırsak alçısını imzalarım” diye biraz da geçiştirdim durumu.

Sonra ilk teşekkür listesini yayınladı.

“Abi bak önemsiyormuş eleman işte; ayıp etmiş oldum... Ama şimdi arasam, listeyi gördü aradı diyecek haklı olarak. En iyisi alçıya imza planına sadık kalmak...” diyerek karşıladım ilk listeyi.

* * *

Ertesi gün ikinci teşekkür listesini yayınladı.

Kendimi iyice fena hissettim tabii.

Hatta bir ara paranoyaya kapılıp ikinci yazıyı sadece bana “Bütün dünya aradı Kanat Paşa; bir SMS’i esirgedin ya humerus kemiğimden, alacağın olsun” demek için yazmış olabileceğini bile düşündüm.

Kendimi mesai arkadaşından bir geçmiş olsunu esirgediği için toplum tarafından dışlanmış fena kalpli bir adam gibi hissettim.

* * *

Haberin Devamı

Tam “Hah yazılara başlamış, demek tahminim doğruymuş, basit bir kırık” rahatlığına geçmişken, Vatan’da Sanem Altan’ın “40 yıllık golfçüyüm, böyle kırık görmedim” yazısını okudum.

Böylece “Kolu kırılmış canım, tıp ilerledi...” şeklindeki en kuvvetli bahanem de elimden kayıp gitmiş oldu.

Yerine de “Sanem’le kocası İbrahim (Seten) arkadaşım. Yanında olduklarını bilseydim onlar üzerinden ulaşırdım; tüüüüüüüh!” şeklindeki his geldi.

* * *

Bu süreçte Ahmet’in kırılan kolu, yazının başında bahsettiğim gibi bağımsız bir gündem maddesine dönüştü.

Son olarak Refik Erduran “The Kol” mevzusuna Sabah’taki sütunundan bambaşka bir perspektifle yaklaştı.

Refik Bey şöyle noktalıyor yazısını:

“Çapkınlık isnadı insanın böylesine tepesini attıracak kadar ağır bir suçlama mıdır?

Nedir ülkemizdeki bu cinsellik düşmanlığı?

Üreyebilmemize şaşıyorum...”

* * *

Ahmet Hakan. İşler iyice çığrından çıkmadan ben sana bu vesileyle “Geçmiş olsun” diyeyim arkadaş.

Refik Bey, rica ederim siz de rahat olun.

Üreyebiliriz, bize inanın.

Üreyebiliriz...

Sen de mi basketbolcu!

TAKOZ, Balyoz, Titrek, Kasap, Kibarcık, Ayıboğan ve hatta -affedersiniz- Ayı!

Saydıklarım futbolcu lakaplarıdır.

Peki ya basketbolcular?

Haberin Devamı

Öv baba övelim: Magic, Doktor, Profesör...

Pazar akşamı, Euroleague kalitesinde süren Fenerbahçe Ülker-Efes Pilsen final serisinin beşinci maçını izliyorum.

Çok heyecanlı maç. Seri zaten 2-2.

Son saniyelerde hakem Fenerbahçe aleyhine sportmenlik dışı faul kararı veriyor.

Haliyle Fenerbahçe cephesi isyan/galeyan pozisyonu alıyor.

Buraya kadar her şey normal.

Fakat Mirsad ve Rasim işi abartıyor biraz.

İşin Fener veya Efes kısmında değilim.

Hatta kurallar kararı aklasa da Fenerbahçe’nin maçı böyle kaybetmesinin içime sinmediğini de belirtmeliyim.

* * *

Yine de...

Mirsad ve Rasim’in tane tane okunacak şekilde hakeme ana avrat sövmelerini, uçak gemisine jet indiren personel gibi el/kol hareketleri yapmalarını, masa hakemi pozisyonundaki hanımefendilerin bulunduğu masayı pavyon basan kabadayı gibi dağıtmalarını onaylamak mümkün değil.

Haberin Devamı

Mirsad ve Rasim’in kendilerini daha sonra seyrettiklerinde manzaradan rahatsız olacaklarına eminim.

Alacakları ceza filan da detaydır.

Ama basketbol sporu ve basketbolcu imajına bu kadar zarar vermeye hakları yoktu.

Futbolcuların suçu ne o zaman?

Baltazar, Taşkafa, Betonarme, Öküz, Gobidik, Saksağan...

Affedin bizi abi ya!

Yazarın Tüm Yazıları