The Bodyguard

Pazar günü Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasındaki haber eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir. Van 100. Yıl Üniversitesi’nin Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ayşe Yüksel açıklamış ‘Öğrencilerin bir milyon liralık öğlen yemeğini yiyecek paraları dahi yok’ diye.

Sabah yataktan kalkar kalkmaz okuduğum bu haberden sonra, yetiştirme yurtlarında kalan 10 erkek öğrenci ile röportaj yapmak için evden fırladım çıktım. Konuşma ilerledikçe çocukların ağzından neredeyse, Van 100. Yıl Üniversitesi Rektör Yardımcısı’nın söylediklerine benzer şeyler döküldü. (Tembellik etmezsem, daha doğrusu yüreğimle baş edip çözebilirsem, siz de röportajı okuyabileceksiniz!)

* * *

‘Yurt Çocukları’nın en büyük sorunlarından bir tanesi ‘cep harçlıklarıydı!’

Devletin onların ‘cebine koyduğu’ ayda yirmi yedi milyon TL. (27 YTL) ile bir ay boyunca geçinmeleri, okulda yemek yemeleri, hatta okula geliş gidiş paralarını ve okul kitaplarının çoğunu bu harçlıktan denkleştirmeleri gerekiyordu! İçlerinden birisi ‘Mesela ben öğlenden sonra olan derslerin hiçbirisini anlayamıyorum kendi karın gurultumdan! Aklım fikrim yemekte oluyor’ deyince anlayabildim ancak durumun vahametini.

Hani ‘bakış açısı var’, ‘bakış açısı var’ ya!

Benimki de öyle bir durum işte. Hiç böyle bakamamış, hiç böyle düşünememiştim! Hiç aklıma bu ‘yurt çocukları’nın okula nasıl gidip geldikleri ya da okulda ne yedikleri ve neyle (Öpücükle sanıyordum herhalde) yemek yedikleri gelmemişti açıkçası.

Onlar bir ‘kurumda’ yatıp kalkıyorlar, yemeklerini yiyorlar, ‘sevgi ve şefkat haricindeki her türlü ihtiyaçları da’ devlet tarafından karşılanıyordu işte bana göre!

Kazın ayağı hiç öyle değilmiş meğerse!

* * *

Röportaj dönüşü eve giren bütün pazar gazetelerini okumaya başladım. Hürriyet Gazetesi’ndeki Van 100. Yıl Üniversitesi öğrencilerinin para harcamamak için evden çıkmamaları ve devamsızlık haklarını sonuna kadar kullandıkları haberiyle aynı güne gelen ‘yurt çocukları’ röportajında dinlediğim ‘parasızlıktan yemek yiyemeyen’ öğrencilerden sonra, bu kez gözüm nedense sürekli çarşaf çarşaf verilmiş olan ‘satılık villa’ haberlerine ilişmeye başladı. Ne kadar çok ‘villa sitesi’ yapılıp satılırmış meğerse bu ülkede!

Hepsinin ortak özellikleri ‘korumalı sitenin içinde, yüzme havuzlu’olmaları. İlanlarda bu kadar altı çizildiğine göre ‘korumalı bir sitede’ yaşamayı tercih ediyor çok kişi belli ki!

Üstelik dün neredeyse bütün gazetelerde çıkan bir habere göre, İstanbul’da yapımına henüz başlanmamış ve 2006 yılında bitecek olan bir alışveriş merkezindeki bir milyon dolarlık evler için insanlar daha şimdiden sıraya girmişler bile!

Duvarlarla ‘dış dünyadan’ ayrılmış, ‘dış dünyadan gelebilecek her türlü tehdit ve tehlikeye karşı korunan’ insanların yaşadığı siteler! Tıpkı Ortaçağ’daki ‘derebeylerinin’ kendilerini ‘dış dünyadan korumaları’ gibi, günümüz zenginleri de kendilerini ‘üç öğün değil, bir öğün dahi yemek yiyemeyenlerden’ korumaya alıyorlar sanırım!

Başka neden bu kadar çok ‘korumalı’ villa yapılsın ki? Neye karşı koruma? Kime karşı koruma? Kimi kimden koruyorlar?
Yazarın Tüm Yazıları