Tesettürü Bizans’tan mı devraldık

Güncelleme Tarihi:

Tesettürü Bizans’tan mı devraldık
Oluşturulma Tarihi: Aralık 31, 1999 00:00

Haberin Devamı

Gazeteci-Yazar Faik Bulut'un ‘‘İttihat ve Terakki'de Milliyetçilik Din ve Kadın Tartışmaları’’ adlı iki ciltlik kitabında, dönemin gazete, dergi ve Meclis-i Mebusan'ındaki tartışmalar yer alıyor. İ'tisam, Sırat-ı Müstakim, Millet, Saadet, İcdihat, Akşam, Sebilürreşad gibi gazete ve dergilerde, kadın haklarına ilişkin İslamcılarla hürriyetçiler arasında kıyasıya bir fikir savaşı yapılıyor. Meclis-i Mebusan'ın tutanaklarına da 18 Nisan 1911'de hararetli bir ‘‘Zina’’ tartışması geçiyor.

İ'tisam Gazetesi'nin 11 Eylül 1919 günkü sayısında Eyübsultanlı Hafız Baki'nin, ‘‘Mağlubiyetimizi Dinsizlik ve Adem-i Tesettür'de Aramalıyız’’ başlıklı yazısı yayımlandı. İşte, ‘‘Ey Gafil Müslümanlar’’ bölümünden bazı cümleler:

‘‘On seneden beri kıyafetten kıyafete giren kadınlarımız, nihayet bugün öyle bir raddeye geldiler ki, başlarındaki örtüyü, arkalarından çarşafı attılar. Hıristiyan kadınları gibi birer palto giyerek sokaklarda yar ve yabancıların şaşkın bakışlarına aldırmaksızın geziyorlar. Göğüs bağır açık, saçlar meydanda, yüzleri gözleri boyalı. Bacaklar tül gibi incecik ajurlu çoraplar içinde. Baldırları yarısına kadar görünecek biçimde dar bir eteklik. Bu mu medeniyet? Bunlara İslam kadını demekten utanıyorum!’’

Selahattin Asım, 1914 Nisanı'nda İctihat Dergisi'nde ‘‘Kadın Gibi’’ başlıklı yazısında kadınların aşağılanmasına, erkeklerden ayrı tutulmasına karşı çıktı. Aynı derginin şubat sayısında da Rıza Tevfik, Osmanlı kadınının mahkum edildiği koşulları şiddetle eleştirdi. ‘‘Osmanlı memleketinde Müslüman kadınların hayatı, bir insanı karamsar kılacak, hamiyetli ve akıllı bir Müslümanın içini parçalayacak ölçüde kötüdür, sefildir.’’ Rıza Tevfik, Kuran'da tesettüre ilişkin bir şerh görmediğini, Bedevi Araplar'ında, Kırgız Müslümanlarında ve birçok Müslüman ülkede tesettürün olmadığınısöylüyor. Osmanlı'daki Müslüman kadınların tesettürü ‘‘Tül ve yaşmak olarak’’ Bizans'tan devraldığını belirtiyor.

PIRASA ALIR GİBİ

Tahsin Nahid, 1913 yılında, İcdihat'taki yazısında Yazar Celal Nuri Bey'den alıntılar yaparak Osmanlı kadınının sorunlarını ele alıyor. ‘‘Çağdaş aile’’ kavramını ortaya atıyor. Osmanlı'daki evliliklerin, dünyadaki en gülünç evlilik biçimi olduğunu söylüyor. ‘‘Ömür boyu yaşayacağımız ve çocuklarımızı teslim edeceğimiz kadınlarımızı alırken onları görme hakkımız bile yok. Bu halimize vahşiler güler, uygarlar ise ağlar. Evet, bizde kadın almak, pırasa almaktan daha kolay ve önemsizdir.’’ Tahsin Nahid, kadının erkeğe eş ve yoldaş olsun diye yaratıldığını, bilimsel ve edebi toplantılara, konferanslara ve tarihi ve ahlaki piyeslere erkeklerle birlikte gitmelerini öneriyor. ‘‘Evlenmeyen genç kızlarımıza gelince; tesettüre bürünmesinler, velilerinin refakatinde gerek yaşlı ve bilge erkekler, gerekse aynı yaştan denk delikanlılarla görüşüp genel hayatı konuşsunlar.’’

İcdihat Dergisi, uzun süre kadın ve evlilik konusundaki görüşlere yer verdi. 1912'de ‘‘A.L.’’ imzalı yazıda, döneme göre oldukça radikal bir yazı çıktı. ‘‘Sokağa çıkarken bile kadınların tamamen bir umacı gibi örtünmeleri sürdükçe, geleceğimizin mutluluğu ve selametine kefil olacak temenniler beyhudedir. Bu gayrimeşru tesettür de ne olaki ve niçin?’’ A.L., tesettürün Müslümanlıkla bağdaşmadığına, Peygamber zamanındaki çarşafsız ve serbest kadınların birçok ünlü evlat yetiştirdiğini örnek veriyor. ‘‘Kadınlar evlerinde güneş görmez, hayat görmez, dört duvar arasında mezardaymışçasına yaşıyorlar. Bari sokağa çıkarken biraz gün yüzü, hayat yüzü görseler! Ne çıkar bundan?’’ A.L., hayatın sadece erkeklere bahşedilmediğini de söylüyor.

BASINDA POLEMİKLER

Vakit Gazetesi'nin Paris muhabiri yazıyor: (...) Cesur olanlar, üniversite talebeleri ve askerler resmi açılışı yapmaya başlıyorlar. Ardından bir kızın etrafını binlerce genç sarıyordu. Saint Catherine Gecesi'nde 25 yaşını dolduran kızlar, özel bir başlık taşıyor. (...) İşte size Batı sosyal hayatının rezil bir sayfası daha! Milletimizi kayıtsız şartsız batılılaştırmak isteyenler, bu rezil uygarlığı da yurdumuza sokmakta beis görmeyecekler mi?

Akşam Gazetesi yazıyor:

Kadının özgürlük ve ilerlemesi, yenileşme, yenilik, Batılılaşma diye diye kadınları şımartan basınımızın elbette bunda payı büyüktür. Müslüman kadını Hıristiyanlarla, Yahudilerle, Frenklerle Beyoğlu'nda göğüs göğüse sarılarak herkesin ortasında dans eder oldu. Örtüsünden sıyrılarak cebindeki vesikayla istediği yere girip çıktı.

İcdihat Dergisinin 86. sayısındaki yazılara karşılık F. Lütfi de Sebilürreşad'da bir cevap kaleme aldı. ‘‘İcdihat'taki Hezeyanlar’’ başlıklı yazıda, İslamiyetin en büyük derdinin tesettürün korunması olduğunu söyledi. ‘‘Ey yenilikçi beyler! İslamiyeti gericiliğe doğru sürükleyen tesettürümüz değil, sizin gibi insafsız ukalaların örtünmeyi ortadan kaldırmaya yeltenmesidir.’’

AÇILIP ALÇALMAK

‘‘Sapkın mı sapkın olan bu kitle bazen tiyatrolarda bazen sokaklarda en iğrenç açık saçıklık ve umursamazlıkla kutsal adına ne varsa herşeyi çiğneyip geçiyor. Batıcılarımız buna kadın özgürlüğü türünden tantanalı bir söylem ekleyiveriyorlar.’’ Sebilürreşat'ta ‘‘Kadın Hürriyeti’’ üzerine yazan Hasan Hikmet, kadının yaradılış itibariyle sinir zayıflığı ve akıl yürütmede metanetsizlik içinde olduğunu de belirtiyor. Bu kadar zavallı durumdaki kadının da ancak evinin içinde yararlı olacağını buyuruyor. ‘‘Zayıf mantığı galebe çalan, mutluluğu yuvasının dışında arayan kadın, medeniyet ve cemiyet için bir yoketme mikrobu gibidir.’’ Oysa Selahattin Asım, 1910'da yazdığı ‘‘Osmanlı'da Kadınlığın Durumu: Türk Kadınının Yozluğu yahut Karılaşmak’’ adlı eserinde tesettürü, kadını medeni ve sosyal hayattan alıkoyan, kişiliğini kaale almayan, erkeğin keyfi ve zevki, hırsı uğruna kısaca erkeğin hesabına koruyan bir olgu olarak tanımlıyor. ‘‘Bu tesettür ki, kadını bize hayat arkadaşı, meslek arkadaşı, fikir ve duygu, görev ve ülkü ortağı olarak düşündürtmüyor. Kafamızdaki beyni değil, belkemiklerimizdeki iliği egemen kılıyor. Hayatımızı bilimle değil, pazu kuvvetiyle idare ettiriyor.’’

ZİNA TARTIŞMASI

İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra Ekim-Aralık aylarında yapılan seçimler sonucu oluşan Meclis-i Mebusan, 27 Aralık 1908'de açıldı. Hükümet, 1910'da Ceza Kanunu'nda bazı değişiklikler yapılması için Meclis-i Mebusan'ın 50. birleşiminde görüşülmeye başladı. Zina yapan kadın ve erkeğe verilecek cezalar, Meclis'te büyük tartışma yarattı.

Halep Mebusu Artin Boşgezenyan, kadını savunan, erkeğe daha ağır ceza verilmesini isteyen sözleriyle bütün şimşekleri üzerine çekti. Öyle ki Canik Mebusu Mehmet Ali Bey, ‘‘Kadınlar tarafından milletvekili olacaksın’’ dedi! Artin Efendi de ‘‘Varsayalım ki günün birinde şu Meclis-i Mebusan kadınlardan oluşsa...’’ demeye kalmadı ki, Kütahya Mebusu Cemal Bey bağırdı: ‘‘ Allah o günü göstermesin!’’ Artin Efendi kadınları savunan tavrında yalnız kalmadı. Afyonkarahisar Mebusu Rıza Paşa, koca aleyhinde açılan zina davasında karısının şikayetinden vazgeçmesi halinde davanın düşmesine karşılık kadın aleyhindeki davanın neden düşmediğine karşı çıkıyor. İstanbul Mebusu Kirkor Zohrab Efendi de erkeğin lehine çıkarılmaya çalışılan yasaya isyan ediyor. Meclis'in erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini pekiştirmek istediğini söylüyor. Buna karşılık Kastamonu Mebusu Necmettin Molla Bey, zina yapan kadın hakkında dava açma hakkının sadece kocasına veya velisine verilmesine karşı çıkıyor. Muhtarın, imamın, eşrafın da bu yetkiyle donatılmasını istiyor. Çünkü ‘‘Koca ürkek, korkak ve ahmak olabilir!’’

‘‘Evlenmeyen genç kızlarımıza gelince; tesettüre bürünmesinler, velilerinin refakatinde gerek yaşlı ve bilge erkekler, gerekse aynı yaştan denk delikanlılarla görüşüp genel hayatı konuşsunlar.’’

Kümes hayvanlığı

Bizi cemiyet ve medeniyette yarım bırakan, kadını medeni hayata atılmada liyakatsız gösteren; kısaca sosyolojik bakımdan zavallı toplum ve medeniyetimizi gülünç ve maskara mevkiine oturtan; bu suretle hayatımızı milli ve etnik, bilimsel ve teknik her kürlü gelişmeden uzak tutan ve durduran; anayı ve evladı, karı ve kocayı, hemşire ve biraderi hayat safhasında birbirinden ayıran hep tesettürdür. Cemiyet içinde kadınla erkeği gerek özel gerekse genel anlamda ayırdığı için sosyal hayatı, medeni katılım ve faaliyetleri bütünüyle yok ediyor. Bu sebeple bizde sosyolojik anlamıyla hayat yoktur. Yalnız ve yalnız 'kümes hayvanı' mevcuttur.

(Selahattin Asım, 1910, ‘‘Osmanlı'da Kadınlığın Durumu’’ yazısından)

‘‘Ey yenilikçi beyler! İslamiyeti gericiliğe doğru sürükleyen tesettürümüz değil, sizin gibi insafsız ukalaların örtünmeyi ortadan kaldırmaya yeltenmesidir.’’

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!